Manavgatlı Bilitis, Fransız yazar - şair Pier Louys’un yarattığı aşklarıyla ünlü kurgusal bir şair, bir Afrodit rahibesi. Pier Louys, Manavgat Çayı kenarında bulunan “Tamassos” adlı kurgusal bir antik kentte doğup büyüyen Bilitis’in dilinden zekice kurgulanmış şiirler yazdı. Bilitis’ten çevirdiğini iddia ettiği, Sappho’nun lirikleri tarzında yazılmış bu şiirlerin Kıbrıs'taki mezarının duvarlarına kazınmış halde bulunduğunu söyledi. Bilitis’in mezarını keşfeden kişi de kurgusal biri, M. G. Heim adında bir arkeologdu. Greek Anthology’deki epigramlardan ve Sappho’nun şiirlerinden aldığı dizelerle zenginleştirdiği 143 şiir ve üç kitabeden oluşan “Bilitis şarkıları”ndan bir yaşamöyküsü üretti. Yalanlarına Epikurosçu filozof ve ozan Philodemus’un bile ondan intihallerde bulunduğunu ekledi. Pierre Louys, Bergk gibi kurgusal bir yazardan yaptığı “aktarımlar”a da yer vererek, Bilitis’in Sappho’nun arkadaşı ve sevgilisi olan gerçek bir kişilik, büyük bir şair olduğuna Antikçağ uzmanı akademisyenler dahil herkesi inandırdı. Bilitis’i, Homeros’un ardından tüm zamanların en ünlü şairi Sappho’dan daha ünlü bir şair yaptı.  Sappho'nun şiirleri gibi Bilitis'in Şarkıları’nın da Sapphik aşka hitap ettiği düşünüldü. Bilitis yeraltı lezbiyenleri arasında Sappho’dan daha fazla bir kült, daha gerçek bir figür haline geldi. 

Antalya DOB sezona en sevilen oyunlarla veda edecek! Antalya DOB sezona en sevilen oyunlarla veda edecek!

BİLİTİS'İN ADI DERNEKLERDE YAŞIYOR

Amerika Birleşik Devletleri'nde kurulan ilk lezbiyen sivil ve siyasi haklar örgütü, Bilitis’in adını taşımaktaydı. 1955 yılında Bilitis’in Kızları (Daughter of Bilitis / DOB) adıyla San Francisco'da kurulan dernek, başlangıçta baskınlara ve polis tacizine maruz kalan lezbiyen barlara alternatif gizli bir sosyal kulüp olarak tasarlandı. Yeni üyeler kazandıkça açılmaktan korkan kadınlara destek sağlamayı ve politik olarak aktif olmayı odağına alan Bilitis’in Kızları, 1959 yılında New York City, Los Angeles, Chicago ve Rhode Island'da, daha sonra Avusturalya’da şubeler açarak etki alanını genişletti. Bilitis’in Kızları’nın çıkardığı Merdiven (The Ladder) adlı dergi, Amerika Birleşik Devletleri'nde ulusal çapta dağıtılan ilk lezbiyen yayınıydı. DOB’un kurucuları Del Martin ve Phyllis Lyon çifti tarafından 1956'dan 1971 yılına kadar aylık olarak yayınlanan dergi, 1971 – 72 yıllarında iki aylık olarak yayınlandı. 

BİLİTİS FİLMLERE ESİN KAYNAĞI OLDU

Bilitis’in Şarkıları, 1977 yılında çevrilen Fotoğrafçı Davit Hamilton’un yönettiği Bilitis adlı erotik filmin de esin kaynağı oldu. Bilitis’in Şarkıları’nın modern bir versiyonu olan filmde Bilitis’i Patti D'Arbanville, sevgilisi Melissa’yı Mona Kristensen canlandırdı. 

BESTELERİ YAPILDI

1897'de Louÿs'ün yakın arkadaşı Claude Debussy şiirlerden üçünü kadın sesi ve piyano için şarkı olarak uyarladı. Debussy, 1900 yılında Bilitis’in şarkılarından bestelediği şarkılara yenilerini ekleyerek, beste sayısını 12’ye çıkardı. Fransız besteci ve piyanist Rita Strohl, Fransız besteci Charles Koechlin, Brezilyalı besteci Luciano Gallet, Polonyalı besteci Roman Maciejewski, Fransa’da yaşayan Macar besteci Joseph Kosma, Bilitis’in Şarkıları’ndan besteler yapan diğer sanatçılar. 

BİLİTİS KİMDİR?  

Pier Louys’un Antik Yunan kültürüyle yoğrulmuş yaşam öyküsü, bir başka deyişle Manavgatlı Bilitis efsanesi özetle şu şekilde: 

Bilitis, milattan önce 6. yüzyılın başında, Pamfilya'nın doğu kesiminde Melas Nehri’nin (Manavgat Çayı) kıyısında yer alan bir dağ köyünde doğdu. Toros Dağları'nın muazzam kütlesinin hakimiyetindeki bölge,  ormanların gölgesinde engebeli ve zorlu arazilerle kaplıdır. Kayalarından kireç yüklü pınarlar kaynar, vadileri karanlık ve sessizdir, yükseklerde büyük tuzlu göller uzanır. Torosların ormanlık yaylalarından çobanlar sürülerini güderler. Bilitis, Grek bir baba ile Fenikeli bir annenin kızıdır. Babasını hiç tanımamış görünüyor; zira, onun adı çocukluğuna ait anıların hiçbirinde yer almaz. Bilitis dünyaya gelmeden önce ölmüş olması da mümkün. Bilitis, neredeyse ıssız olan bu topraklarda annesi ve kız kardeşleriyle birlikte huzur dolu bir yaşam sürmektedir. Arkadaşı olan başka genç kızlar da vardır. Sabah horozlar öterken kalkar, ahıra gider, hayvanları sular, sonra da onları sağardı. Yağmurlu günlerde gynasceum'da (evin kadınlar bölümü) kalır, yün eğirir; Güneşli günlerde kırlara koşar, arkadaşlarıyla oyun oynamanın tadını çıkarırdı. 

BİLİTİS PAMFİLYA’YI TERK EDER, BİR DAHA GERİ DÖNMEZ

Bu pastoral yaşam, hakkında çok az şey bildiğimiz hüzünlü bir aşk nedeniyle son buldu. Üzücü bir anı haline gelen bu aşk için şarkı söylemeyi bıraktı. O aşktan doğan çocuğunu terk etti, bir daha hiç görmemek üzere Pamfilya'dan ayrıldı. Onu daha sonra deniz yoluyla gittiği Midilli'de, Asya'nın güzel kıyılarında buluyoruz. Pittakos'un ölümüne gönderme yapan bir şiirinden o sırada 16 yaşında olduğu anlaşılıyor. Lesbos o zamanlar dünyanın merkezidir. Mavi deniz şehri çepe çevre kuşatmaktadır. Dar sokakları rengarenk elbiseler, mor sümbüllü tunikler, şeffaf ipekten sikladlar, sarı ayakkabıların çıkardığı tozda sürüklenen mantolar giymiş göz kamaştırıcı bir kalabalıkla doluydu. Lesbos’un canlılığı gün battıktan sonra da sürüyordu; geç saatlerde bile açık kapılardan neşeli çalgı sesleri, kadın kahkahaları, dans gürültüleri geliyordu. Pittakos bu durmak bilmeyen sefahate biraz olsun çeki düzen vermek için çok küçük kızların gece eğlencelerinde flüt çalmasnını yasaklayan bir yasa çıkarmıştı; ama bu yasa, hayatın doğal akışını değiştirmeyi amaçlayan bütün yasalar gibi, gizlilik içinde ihlal ediliyordu. Erkeklerin, geceleri şarapla ve dansözlerle bu kadar meşgul olduğu bir toplumda, kadınların yakınlaşması ve yalnızlıklarının tesellisini birbirlerinde bulması kaçınılmazdı. İşte bu yüzden, antik dünyanın daha o zamandan adını koyduğu, erkekler ne düşünürse düşünsün, günahkâr arayışlardan çok gerçek tutkulara dayanan o ince aşklara düştüler.

BİLİTİS SAPPHO’YLA TANIŞIR, MNASİDİKA’YI SEVER

O zamanlar Sappho hâlâ güzeldi. Bilitis onu tanır; ondan Lesbos'daki adıyla Psappha diye söz eder. Küçük Pamphylialı kıza uyumlu cümlelerle şarkı söylemeyi, sevdiklerinin anısını kendisinden sonra da sürdürmeyi öğretenin, bu hayranlık verici kadın olduğuna şüphe yok. Buna karşılık, otuz kadar mersiyesinde, Mnasidika adlı yaşıtı bir genç kızla yaşadığı aşkın öyküsünü anlatıyor. Herhalde Mnasidika çok tatlı, çok masum bir küçük kızdı, hani şu tek varoluş nedenleri sevilmek olan, sevgiyi hak etmek için ne kadar az şey yaparlarsa o kadar üstlerine düşülen, sevimli yaratıklardan biri. En uzun aşklar nedensiz aşklardır: Bu altı yıl sürmüş. Bilitis'in hiçbir kaçamağa izin vermeyen aşırı kıskançlığı yüzünden bittiğini öğreniyoruz. 

MYTİLENE’DEN KIBRIS’A GİTTİ

Acı anılar dışında kendisini Mytilene'de tutacak hiçbir şey kalmadığını hissedince, Bilitis ikinci bir yolculuğa çıktı; ona doğduğu ülkeyi hatırlatmış olması gereken Kıbrıs'a gitti. Bilitis orada üçüncü defa yeni bir hayata başladı. Amathonte rahibeleri şehrin en iyi ailelerinin kızlarıydı. Aphrodite onlara güzellik vermişti, onlar da güzelliklerini tapınağına sunarak tanrıçaya teşekkür ediyorlardı. Aphrodite'nin en saf mümini olarak, tanrıça gençliğini uzattığı sürece tapınağa sadık kaldı. Kendi deyişiyle, artık sevilmediği gün yazmayı da bıraktı. Hayatının bu son dönemine ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz. Kaç yaşında öldüğünü bile.

BİLİTİS'İN MEZARI PALAEO-LİMİSSO'DA YATIYOR

Mezarı M. G. Heim tarafından Palaeo-Limisso'da, Amathonte harabelerine yalan bir antik yolun kenarında bulundu. Bu harabeler son otuz yılda hemen hemen yok oldu, belki Bilitis'in yaşamış olduğu evin taşlarıysa bugün Port-Said rıhtımlarına döşeli. Ama mezar Fenike âdetlerine uygun olarak yerin altındaymış ve define avcıları bile ona ilişememiş. Heim oraya toprak dolu dar bir kuyudan inmiş. Kuyunun dibinde örülü bir kapıyla karşılaşmış. Yıkmışlar. Geniş ve alçak tavanlı, tabanı kireç taşı döşeli mezar odasının dört duvarı siyah amfibolit plakalarla kaplıymış. Lahiti süsleyen üç yazıt dışında, okuyacağınız bütün şarkılar, primitif büyük harflerle bu plakalara kazılıymış. Mnasidika'nın sevgilisi işte burada, pişmiş topraktan büyük bir tabutta yatıyormuş. Tabutun kapağında, incelik sahibi bir heykeltıraşın elinden çıkma, kilden bir heykeli varmış: Saçları siyaha boyalıymış, gözleri canlı gibi yarı kapalı ve sürmeliymiş, dudaklarının kenarından yanaklarını hafifçe geren küçük bir tebessüm doğuyor gibiymiş. Mezar açıldığında, 24 yüzyıl önce dindar eller nasıl bıraktıysa öyle durduğu görülmüş Bilitis'in. Toprak kavilalardan parfüm şişeleri sarkıyormuş; bir tanesi onca yıl sonra hâlâ kokuluymuş. Bilitis'in kendine baktığı cilalı gümüş ayna, gözkapaklarına mavi far sürdüğü stiletto yerli yerindeymiş. Sonsuza kadar değerli kalacak bir çıplak Astarte heykelciği, bütün altın mücevherleri üzerinde olan ve karla kaplı bir dal gibi bembeyaz duran iskeleti hâlâ koruyormuş. Ama öyle ince, öyle kırılganmış ki bu iskelet, dokunulduğu anda toza dönüşmüş.

BİLİTİS'İN MEZAR YAZITI

Bilitis’in mezarında üç yazıt kazılı imiş Bu yazıtlardan ikincisi şu şekilde: 

Yolcu! Ben Damophylos'un kızı Bilitis. Pamphylia'da, Melas'ın hüzünlü kıyılarındaki Tamassos'ta doğdum. Gördüğünüz gibi yurdumdan uzakta uyuyorum.
Henüz küçük bir çocukken Adonis ile Astarte'nin aşklarını, kutsal Suriye’nin gizemlerini, ölümü ve çok yönlü öğrencilerinin ona dönüşünü öğrendim.
rahibe olduysam bundan kime ne? Bir kadın olarak görevim bu değil miydi? Yabancı, her şeyin anası bize rehberlik ediyor. Onu reddetmek saygısızlık olurdu.
Madem durdun mezarımın başında,  sana şükranlarımı sunarak sana şu kaderi diliyorum: "Sevil ve asla sevme." Elveda! Yaşlandığında mezarımı gördüğünü iyi hatırla.

Muhabir: MUSTAFA KOÇ