Sosyal çevremizle ördüğümüz duvarlar nasılda “el alem ne der”e dönüşüyor. Bir bakıyorsun kendin olduğunu sandığın her şey onların sesleriyle oluşmuş aslında. Kendine küçücük bir pencere açabilmişsin ancak. İnançlarımız, sığındığımız değerler yeri geliyor korkularımızı oluşturuyor. O içinde sığınıp kalbimizdeki boşluğu doldurduğumuz şey bizi korkutan, sınırlandıran ve hesabını veremeyeceğimizi sandığımız kaygılara sürüklüyor. Fark edemiyorsun bile, sen böyle miydin yoksa o duvarların içinde olduğun için mi bu hale geldin.

Ben “insanlar değişmez”algısında yaşayanlardan değilim, hatta tam tersi değişebilir, değişmeli, değişmiyorsa hep aynı kalıptaysa sorun var gibi bakanlardanım.

Fakat değişimin ne kadar zor ve cesaret gerektiren süreçler olduğunu görüyorum, bazen o duvarlara çarpa çarpa üstelik. Zaman geçtikçe bulunduğumuz yere sabitleniyoruz, inançlarımız dini bağlamda buna dahil bizim kimliğimiz oluyor ailemiz, komşularımız yakın arkadaşlarımızda. O yakın çevre kimliğimizin bir parçası oluyor, kimi zaman o sınırların dışına çıkamazmışız gibi geliyor. Beni hayır’larımla, yaptığım hatalarla ya da yaptığım tercihlerle kabul etmeyecek bir sosyal çevre oluşturmuşum sevildiğimi sanıyorum, oysa bütün çabam kabul görmek. Hatta bazen sevdiklerim tarafından onay alma, taktir edilme arzusu belki sevildiğimi hissetmekten bile kıymetli geliyor.

Düşünüyorum da bazen elimizde olmayan sebeplerle bile başımıza bir şey gelse onların ne söyleyeceğini düşünüyoruz ve bütün davranışlarımızı bu durumlar şekillendiriyor.

Ebeveyn olmak ne kaotik bir durum, ne hastalıklı, ne adanmışlık içeren, bazen yıkıcı da olabilen ama bolca sevgi içerip evladının en iyi en mutlu olması için onu güya gözettiğin bir sorumluluk yüklemesi. Bazen bir evlat olarak o duvarların içine sıkışmış hissediyorum her bir taş annemin ve babamın inançları, elaleme bakış açısı, sosyal çevresi ve evlatlarına iyi olması için ön gördüğü tercihleri. Yıktığım duvarlarsa benim kendi olma halimde açtığım pencereler, çıkış kapılarım. Yıkık dökük de olsa o duvarların içinde girdiğimde fark ediyorum anne babamla çatıştığım konuların, takıldıkları şeylerin birçoğunun el alem ne der düşüncesiyle ve asla sorgulamadıkları inanç ve gelenekleriyle ilgili olduğunu. Sapasağlam tutundukları şeyler, başkalarının ne diyeceği, cezalandırılma korkusu ve onların öngördüğü iyi olma halim.

Bana sormuyorlar ben ne isterim, halim nedir, e bir de ebeveyn olmanın yüklediği sorumluluk var kaç yaşınızda olursanız olun. Bazen bunları idare etmek onları kırmamak için ya da bir şeyleri değiştiremeyeceğini anladığında durumu idare etmek de zor geliyor insana. O yıkık dökük duvarların arasında yapayalnız hissediyorsun kendini. Seni olduğun halinle görecek kimse yok. Mecalinde kalmamış ya zaten.

Seçeneklerinin sınırlı olduğunu sanıyorsun ya güçlü ve sert olup o taşları yumruklamak ya da bir süre o taş duvarın içinde kendinden geçercesine dans etmek. En azından koşulları değiştiremeyeceğini anladığında olanla eğlenmeye çalışmak belki de kim bilir. Sanırım izahı olmayan şeylerin mizahıyla baş etme becerilerimi geliştiriyorum ben o duvarların içinde.

Hepimiz ne çok duvar örüyoruz kendimize içine hem kendimizi hem sevdiklerimizi hapsediyoruz. Aşılamaz, çıkılamaz gibi gelen ama hiçbir önemi olmayan bir yığın taştan oluşturduğumuz hapishane. Bana prangalarımı hatırlatıyor bu ortam, el alemin gücünü, yer yer ulaşamadığım ebeveynlerimi, bazen hastalıklı kültürümüzü, toplumsal baskıyı.

Kabulün ne kadar kıymetli olduğunu düşünüyorum sonra sevginin inanılmaz bir anlama halini de beraberinde getirdiğini ve yargıların, suçlamaların insanları değiştirip düzeltmediğine bilakis akıllı ve iyi insanların bu manipülasyonlara gelmediğine eminim. Bambaşka aile yapılarına sahip olsak da o kadar çok görüyorum ki kendi duvarlarının içine çocuklarını hapseden ebeveynleri, onlar kendi yollarından gitmek isterken arada çıkan çalışmaları, gönlü razı olmasa da saygıdan razı oluşları, sürekli içindeki o huzursuzlukla baş etmeye çalışarak geçen yılları.

Oysa birlikte var olmanın ya da farklı da alsak birbirimizi sevebiliyor olmanın kıymetini, kimsenin bizim isteğimizce yaşaması gerekmediğini ve asıl sevginin özgür bırakmak olduğunu fark etsek ilişkiler bizler için drama olmaktan çıkacak. Duvarlar kolay kolay yıkılmasa da farklı açılardan pencereler açılabilir, önlerine çiçekler koyulabilir ve bu hiçbir el alemi ilgilendirmez. Kendimizce, keyfimizce yaşadığımız, sevdiklerimiz tarafından saygı ve kabul gördüğümüz nice ilişkilerimiz olsun, sevgiler…