Silivri’de tutuklu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Akın Gürlek'e yönelik sözleri nedeniyle yargılandığı davanın ikinci duruşmasına çıktı. İmamoğlu, Silivri'deki duruşmaya fiziksel olarak katılırken çok sayıda avukat, parti temsilcisi ve yurttaş da davayı takip etmek için Silivri'deydi.

DAVA 16 TEMMUZ’A ERTELENDİ

Hakim karşısına çıkan İmamoğlu savunmasında "Ülke yanıyor. Ekonomi çökmüş. Millet umutsuz. Çocuklar ağlıyor. Ama siz hâlâ cezalandırma peşindesiniz. Resmim yasak, sesim yasak, sosyal medya yasak… Ama bilin ki milletin gönlünden beni silemezsiniz" dedi. Dava, 16 Temmuz'a ertelendi.

AKIN GÜRLEK DAVASI

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) yönelik soruşturma kapsamında tutuklanarak görevden alınan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'e yönelik sözleri nedeniyle açılan davanın ikinci duruşması bugün Silivri'de görüldü. Sanık müdafilerine esasa dair mütalaayı incelemeleri için 10 günlük süre verildi. Duruşma, 16 Temmuz Çarşamba saat 10.00'a ertelendi.

"İSTEMİYORUM, ZORLA GÖTÜRÜN"

Yaklaşık 55 dakika savunma yapan İmamoğlu, ara karar için 5 dakika ara verildiği sırada jandarma tarafından salondan çıkarılmak istenince “Çıkmak istemiyorum, zorla götürün beni” diyerek tepki gösterdi ve yerine oturdu. “Bilin ki siz beni bu milletin gönlünden silemeyeceksiniz” sözünü izleyiciler alkışlayınca hakim, salonu boşaltabileceği uyarısını yaptı.

“İNSANIN KARAKTERİ ZAYIFLAMASIN...”

Gazetecilerle de sohbet eden İmamoğlu, kilo kaybına ilişkin “İnsanların bedeni zayıflasın, karakteri zayıflamasın” dedi; CHP Genel Başkanı Özgür Özel için de “Pırlanta gibi bir liderimiz var” ifadelerini kullandı.

İMAMOĞLU’NUN TARİHİ SAVUNMASI 55 DAİKKA SÜRDÜ

Ekrem İmamoğlu'nun savunma metninin tamamı şu şekilde: “Bugün yine Silivri’de, mahkemede, daha önce birinci celsesini burada yaptığımız ve yargılamanın başladığı bu dosyada, bu davada, ikinci celsede buradayız. Burada olmak ve Silivri'de yargılanmak, elbette ifade edeyim ki, benim kabul etmediğim, doğru bulmadığım bir durumdur. Önce bazı değerlendirmelerimi yapmak istiyorum. Sadece 10 gün önce, dünya hayatının fani olduğunu bir kez daha derinden hissettik. Zaten muhtemeldir ki dünyada yaşayan insanların, dünyanın fani olduğu noktasından değil de başka bir evreden baktığında, dünyada çok kötü şeyler olabiliyor. Bu dünyadan göçerken, insanlara güzel duygular bırakmayı başaran, ebediyete bu zarafetle yürüye en özel insanlardan birini, Ferdi Zeyrek kardeşimizi kaybetmenin bir üzüntüsünü yaşadık. Değerli Başkanıma, kardeşime, Allah'tan rahmet diliyorum. Yanında olamadım, dua ettim. Mekanı cennet olsun.

"TÜRKİYE'YE BÜYÜK BİR DERS NİTELİĞİNDEDİR"

Fakat bir ders bırakarak gitti. Yüz binlerce insan yas tuttu, cenazesine eşlik etti. Yüz binlerce insanın bir yöneticiyi uğurlaması, yas tutarak uğurlaması, bu dünyaya ve şu an yaşadığımız Türkiye'ye büyük bir ders niteliğindedir. Ebediyete bu zarafetle yürüyen Başkanımızın, sadece 14 aylık bir hizmetle bu gönül bağını kurmasının arkasında, gerçekten sıra dışı bir psikolojiyi milletimizin adil, güler yüzlü, kucaklayan, halkla iç içe olan, ayrım yapmayan, ‘sendensin, bendensin’ demeyen, insanları sınıflandırmayan, kategorize etmeyen; ‘benden olmayan bertaraf olsun’ demeyen bir yöneticiye duyduğu derin özlemi ve bu hasretin Manisa'da bir nebze giderilmiş olmasının yansımasıdır insanların sel gibi akıp sokaklara, caddelere, meydanlara yığılarak bu insanı uğurlaması… İşte bu ifade, bu milletin gerçekten bir düşünüp kendine gelmesi ve duyguları insanların nasıl bir biçimde hissettiğini, talep ettiğini anlaması gerekir. Bu yaşanan duygu seli; birleştirici olmanın, kapsayıcılığın, insanı insan olduğu için kucaklamanın açık bir delili değilse başka ne olabilir. Allah'tan rahmet diliyorum kardeşimize. Mekanı cennet olsun. Yaradan, herkese böyle göçmeyi nasip etsin.

"SAVAŞ ORTAMININ TAM ORTASINDAYIZ"

Yanı başımızda, ülkemiz ve yakın coğrafyamız için de çok kritik günler geçiriyoruz. Savaş ortamının tam ortasındayız. Şu anda burada, bir yargılamanın içindeyiz. Ama eminim ki şu anda gerçekten Türkiye'nin daha önemli meseleleri olduğunun da altını çizmek gerekir. Yargının bu şekilde muamele görmesi, yargının bu şekilde meşgul edilmesi, bu ülkeye yakışmayan bir pozisyondur ve bir durumdur. Burada bulunan bütün yargı heyeti de buna dahildir. Benim duygularımın bu şekilde olduğunun, gerçekten yargının, adaletin, böylesi bir dönemde, ülkemizi böylesi zor bir döneminde, gerçekten ülkemizin adalet duygusunu yükseltecek daha önemli işleri olduğunu düşünüyorum.

“GAZZE'DE YAŞANANLARA POZİSYON ALAMAMANIN DA ÜZÜNTÜSÜNÜ YAŞAMAKTAYIZ”

Ve ne yazık ki İsrail'in yıllardır Filistin'e yönelik saldırıları, özellikle de Gazze'de yaşanan büyük insanlık dramı, ne yazık ki dünyanın sadece izlemekle kaldığı, sadece kınamayı, uzaktan seyretmeyi ve muhalefet olarak ya da karşıtlık olarak gösteren siyasi anlayışlarla dolu bir dönemin dünyaya yaşattığı bir gerçektir. Ve müdahalede bulunmayan, tarihin en korkunç trajedilerinden, katliamlarından birisini de biliyoruz ki İsrail Gazze'de masum insanlara yaşattı, yaşatmaya devam ediyor. Bugün fütursuzca İran saldırısı da hep birlikte kınadığımız bir olaydır. Ancak ülke olarak, kınamanın ötesinde bir pozisyon alamamanın da üzüntüsünü yaşamaktayız. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kadim devlet anlayışının, mutlak böylesi dönemlerde daha etkin rol alması gerektiği de bir gerçektir.

“İNSANLIK DRAMI"

Tarih boyunca bazı savaşlar vardır. Toprak için değil, aynı zamanda zihniyetlerin, rejimlerin, yönetim biçimlerinin çatışması olarak yaşanmıştır. Mecbur kalmadıkça savaşın bir cinayet olduğunu 100 yıl önce anlatan Mustafa Kemal Atatürk'ün sözlerinin aksine, bu çatışmalar ne yazık ki tam da böyle bir anlayışla yakın coğrafyada sürdürülmekte ve insanlar katledilmelidir. Ülkelerde demokratik denetim ortadan kalktığında, halkı temsil etmek yerine, sadece iktidarını ayakta tutma arzusu hakim olduğunda koltuk ihtirası ve hırsına sahip yöneticiler ve devlet sistemi ve bilhassa kurumlar örselendiğinde, bunun doğal sonucu savaştır, insanlık dramıdır ve katliam girişimleridir. Bu nedenle medeniyetin beşiği olan cennet vatanımızda, milletimiz adına güçlü bir gelecek inşa etmek için demokrasinin, adaletin en güçlü şekilde temsil edildiği bir ülke yaratma zorunluluğunuz vardır.

"BURADA YARGILANMAYI İÇİME SİNDİREMİYORUM"

Bu ülkeye bu misyon, sadece bu dönem için değil, tarihi her döneminde bu topraklarda, bu kadim topraklarda, medeniyetin beşiği bu topraklarda her zaman bu sorumluluk yüklenmiştir ve bu sorumluluğa yakışan davranışlar yapıldığında, bu ülke ve bu millet, büyük bir devlet ve büyük bir millet duygusunu beslemiştir. Bu yönüyle biz de gerçekten ülkemizin gelecek inşası noktasında, milletimiz adına güçlü bir gelecek inşa etmek için demokrasinin, adaletin en güçlü şekilde temsil edildiği bir ülke yaratma zorunluluğu içerisinde ve sorumluluğu içerisinde olan insanlarız. Kurumları güçlü, iktidarı şeffaf, siyasetçilere hesap veren adil bir düzene ihtiyacımız vardır ve şarttır. Bugün Silivri'deyiz. Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun içindeki mahkeme salonundayız. Hakkımda açılan davanın ikinci celsesi için yargı önündeyim. Oysa Çağlayan'da olmamız gerekirdi. Sizin bağlı olduğunuz ağır ceza mahkemesinin olduğu yerde ve olduğu ortamda yargılanmam gerekirdi. Ama orada değiliz. Yüce Türk yargısı için burada olmayı ve bu şekilde yargılanmayı, tekrar ifade ediyorum ki, asla kabul etmiyorum ve içime sindiremiyorum.

“BURAYA, SİLİVRİ'DE BULUNDUĞUM ZİNDANDAN GELİYORUM”

Tabii bugün burada yargılandığımız ve ikinci celsesinde olduğumuz sayın savcının ortaya mütalaasının sunduğu bir ortamdayız. Ama daha önemli bir konu var. Ve bu davanın dışında bir konu var. O da ben buraya nereden geldim? Ben buraya nasıl ve hangi koşullarda geldim ve hangi koşullarda yargılanıyor muyum, yoksa başka bir pozisyonda mıyım? Ben buraya, yaklaşık 90 gündür haksız ve hukuksuz bir biçimde, tarihte görülmemiş bir pozisyonda tutuklandığım bir şekilde, tutsak olduğum, yine burada, bu kampüste, Silivri'de Marmara Ceza İnfaz Kurumu'nda bulunduğum zindandan geliyorum. Çünkü, Türkiye'ye ağır bedeller ödeten ve ödetilen, içi ihtiras, koltuk hırsı ve ne yazık ki büyük maddi ve manevi, aynı zamanda uluslararası itibar kaybına uğradığımız bir operasyon sonucu burada tutsak tutuluyorum.

“BEN VE ARKADAŞLARIM NEDEN TUTSAĞIZ?"

Şimdi, cevabı olmayan soruyu buradan soruyorum. Ben ve arkadaşlarım, bizler, neden Silivri'deyiz, buradayız? Neden tutsağız ve zindandayız? Manevi bedeli ağır, moral bedeli ağır, ekonomik bedeli ağır, ‘Ben ekonomistim’ dediği için değil, gerçekten ekonomist olan insanların yaptığı hesaba göre, bu operasyonun bedelinin, yaklaşık 150 milyar doları bulan, bu kadar sorunların, bu kadar krizlerin içerisinde boğulurken bu cennet vatan ve 86 milyon insanımız, bu bedel, bu millete ve bu ülkeye neden ödetiliyor? Burada amaç nedir? Ben neden Silivri'deyim? Neden tutsağım? Neden zindandayım? Bu sorunun adaletle, hukukla, yargılanmayla ilgisi olmayan cevabını vermiştim. Yine veriyorum ve yine her zaman da bunu milletime haykıracağım. Bu işin içinde olan herkesin kulakları çınlayacak ve haykırmaya devam edeceğim.

“ÜÇ KEZ SEÇİMİ KAZANDIĞIM İÇİN BURADAYIM”

Buradaydım; evet. Çünkü, ‘İstanbul'u kazanan Türkiye'yi kazanır’ diyen bu zihniyete karşı, tam üç kez seçimi kazandığım için buradayım ve tutsağım. Onun için zindandayım. Çünkü, 16 milyon insanımıza eşit hizmet eden, hiç kimseye ‘senin siyaset görüşün ne, senin etnik kökenin ne, hangi görüştesin, hangi yaşam biçimindesin’ demeden insanlara hizmet etmeyi, insanımıza hizmetin kutsallığını bilen bir çerçeveden bakan, yoksullardan gençlere, çocuklardan kadınlara, bebeklere, kreşteki çocuklarımıza, burs verdiğimiz gençlerimize, herkesin derdine ortak olan, dertlerine çözüm üreten, halkçı bir belediyecilik yaptığımız için, milletimizin teveccühünü kazandığımız için buradayım. Tüm engellemelere rağmen; milletin zarar gördüğü aşikar iken, işlerin yapılmaması için elinden gelen bir akla karşı, metroda, altyapıda, kentsel dönüşümde, çevre projelerinde, sadece 6 yılda resmen İstanbul'da bir yatırım devrimi yapan bir anlayışa sahip olduğunuz için, icraatçı bir belediyecilik yaptığım için buradayım.

Ekrem İmamoğlu Mesaj

“CUMHURBAŞKANI ADAYI OLDUĞUM İÇİN BURADAYIM”

İstanbul'un muhafızı olduğumuz için buradayız. İstanbul'u koruduğumuz için, İstanbul'u, yıllardır kendi deyimleriyle ‘ihanet ettik’ dedikleri dönemden kurtarmak için muhafızlık yaptığım için buradayım. Kanala, ranta ve talana karşı durduğum için buradayım. Ön seçimde, Türkiye ve dünya tarihinde ilk kez, 15,5 milyon insanın oyunu aldığım, milletimizin teveccühünü kazandığım için buradayım. Cumhurbaşkanı adayı olduğum için buradayım. Bu çok net. Buradan milletimize tekrar haykırarak soruyorum: Biz yargılanmıyor muyuz? Hayır. Biz yargılanmıyoruz. Bizim yargılandığımız falan yok. Biz, 90 gündür, hatta bazılarımız 250 gündür, Ekim ayının başından beri tutsak, yargı tacizine maruz kalan, psikolojik işkence gören, 100 kilometrelerce ötelere kadınıyla, erkeğiyle savrularak zulüm edilen, zalimlik yapılan bir sürecin içerisinde, ne yazık ki direkt cezalandırılıyoruz.

“BİZ YARGILANMIYORUZ, DİREKT CEZALANDIRILIYORUZ”

Kumpaslar, iftiralar, algı operasyonları, gizli tanık yalanları, geçmişi suç dolu insanların iftiralarıyla esir tutuluyoruz. Bu bir yargılama değildir, doğrudan cezalandırmadır. Yargılanmıyoruz, biz… Ey milletim; bunu haykırarak söylüyorum: Direkt cezalandırılıyoruz. Sadece cezalandırılmakla kalmıyoruz. Aynı zamanda, milletimizin iradesinin cezalandırıldığını da buradan haykırıyorum. Türkiye tarihinde, yargı tarihinde görülmemiş işler yaşanıyor. Şafak vakti, şafağı geçtik, karanlıkta, sahur vaktinde yüzlerce polis ev basıyor. Bir ağızdan çıkan talimatla, yüzlerce polis ev basıyor. Çağırdığınızda gelecek, bu ülkenin onurlu insanları, yöneticileri, siyasetçileri gelip ifade verecek, hesap verecek durumdayken, ev basarak, algı operasyonları yaparak, 5 gün nezarette tutarak, aç, susuz, pislik içerisinde, mikropların içerisinde, uyuşturucu kokularının içerisinde insanlar tutularak, aç, susuz bırakıldılar… 5 gün boyunca. Aynı senaryo defalarca uygulandı. Biz yargılanmıyoruz, direkt cezalandırılıyoruz. Tutsak arkadaşlarımız, yargı mensupları tarafından tehdit ediliyor. Aileleriyle, işleriyle, yaşamlarıyla tehdit ediliyor. ‘Şöyle konuşursan serbest kalırsın, şöyle konuşmazsan şu olur, bu olur’ diye tehdit ediliyor. Bu çok net, avukatları tarafından tespit edilmiş. Aileleri… Aileleriyle insanlar tehdit edilir mi? Çocuklarıyla insanlar tehdit edilir mi? 70 yıllık, 80 yıllık, 50 yıllık birikimleriyle insanlar tehdit edilir mi? Böyle bir şey yaşatılır mı insanlara? Bu mu yani? Burada yargılanmıyoruz, cezalandırılıyoruz.

“KADINLARA İŞKENCE” TEPKİSİ: “BU NASIL BİR ZALİMLİKTİR?”

600 kilometre öteye, saatlerce, bu sıcak havada, kelepçeli kadını götürüyorsunuz. Ve orada zindana atıyorsunuz. Yerde yatıyor kadın 2 gün boyunca. Bu nasıl bir zalimliktir? Biz hangi çağdayız? Yüce Türk yargısı buna nasıl müsaade edebilir? Nasıl seyirci kalınabilir? Bu mümkün mü? Adalet, mümkün temelidir. Yaşamın garantisidir, teminatıdır. Burada Sayın Hakim, Yüce Divan, Heyet; bizim yaşamımızın teminatısınız. Çocuklarınızın, çocuklarımızın, geleceğimizin teminatısınız. Bu nasıl yapılır bir kadın? 1000 kilometre ötede bir hapishaneye nakledilen, buradan gönderilen bürokrat var. Onlarca. Bu nasıl bir zalimdir? Ne yapılmak isteniyor? Evine hader yollasanız, bu insanlar gelir, size ifade verir. İki kez yapılıyor. Üç kez yapılan insanlar var. Al, 5 gün tut, bırak! Sonra al, 5 gün tut, hapset! Oradan oraya, oradan oraya naklet! Bunu kim anlatacaksınız? Bunu kime anlatabiliriz?

"HAKSIZ HUKUKSUZ BİR ŞEKİLDE CEZALANDIRILIYOR"

Ne yazık ki, milyonlarca insanı temsil eden belediye başkanları, yol arkadaşlarım, siyasi dostlarım, arkadaşlarımız, kıymetli bürokratlarımız… Kaçak yapıları yıkarken, benim canım güvenlik görevlilerim de oraya dizildi. Yıkımın yapılmaması için, yine mülki idarecilerin yüzlerce polisi yığdığı yerde, mücadele ederek… Yahu polis yıkıma karşı durur mu? Mücadele ederken, oradaki mafya kılıfı tiplerin gözünü, kaşını yardığı benim yol arkadaşım hapiste, onlar dışarıda. Boğaz’ın kıyısındaki bir virüs gibi, caminin etrafını saran gecekonduları yıkmak için mücadele veren onurlu, haysiyetli, şerefli bürokratlarım hapiste, ama orayı saran virüsün sahipleri dışarıda. Adalet kimi koruyacak? Adalet kime sahip çıkacak? Adalet, mülkün temelidir… Onun sahibi bu millet değil mi? Millete sahip çıkacak, bir avuç muhterise değil. Benim arkadaşlarım, bürokratlarım, haksız ve hukuksuz bir şekilde hapiste cezalandırılıyor, milletimiz açlık ve sefalet içindeyken bu zulüm, bu zalimlik, koltuk hırslarıyla yapılıyor. Birbirine yaranmak duygusu ve zincirin halkaları üzerinden yürütülen bir operasyonla karşı karşıya geliyoruz. Yargılanmıyoruz, direkt cezalandırılıyoruz. Bu bir yargılama değil.

“ZİNDANDAYMIŞ EKREM!”

Bu ülkenin şairleri, ‘Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım’ derken, beni tarif ediyor. Eminim ki burada bulunan herkes tarif ediyor. Evet; hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım. Ne enginlere sığarım ne dağlara sığarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım. Zindandaymış Ekrem! Bu millet, gerçek zindanı bu ülkeye yaşatan insanlara, hukuk önünde, günü geldiğinde hesap sorar. O bakımdan, evet, ben, hukuk devleti istiyorum. Öyle bir hukuk devleti ki; yalnızca metinlerde değil, uygulamada da adaleti esas alan ve onun üzerinde adaleti tesis eden, inşa eden bir dönemi hayal ediyorum. Hakimin önündeki dosyada isim değil, delil; düşünce değil, eylem; aidiyet değil, hukuk konuşulsun. Savunma, yargının asli unsuru olarak saygı görsün. Hiçbir yurttaş, hak ararken korkmasın. Bir insan, fikrini beyan ettiğinde değil, susmak zorunda bırakıldığında tehdit altında olduğunu hissettiği bir ülke olalım.

“HAKSIZLIĞA KARŞI SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR"

Bu ülkeye ‘atasözü’ diye yutturulan bir söz var: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın! Böyle bir atasözü yok. Olamaz. Benim hiçbir milletimin ferdine yakışmaz. Ne demek yani; bana dokunmayan yılan bin yaşasın! Yılanı canlı olarak tasvir etmiyorum burada. Yılanın ne anlama geldiğini biliyoruz buradaki sözde. Ne demek yani? ‘Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır.’ Doğru atasözü budur. Doğru tarif budur. Haksızlığa karşı susan, dilsiz şeytandır. Şeytanın tam tersi. Onun için, ben, gerçekten bir insan fikrine beyan ettiğinde değil, susmak zorunda bırakıldığında, tehdit altında olduğunda hissedildiği, özgür bir ortam hayal ediyorum. Kararı veren yargı mensupları, yani adaleti sağlamakla mükellef şerefli insanlar, verdikleri kararlardan dolayı herhangi bir korku veya endişe yaşamadan, bağımsız ve tarafsız olarak düşünsün, karar versin. Arzumuz bu. Benim tahayyül ettiğim hukuk devleti, iktidarların değil, iktidarı yönetenlerin değil, adaletin hüküm sürdüğü bir düzendir. Benim hukuk devleti tahayyülüm bu. Siyasi iktidarların gücünü sınırlayan, yurttaşın hakkını koruyan, adaleti yalnızca güçlülerin değil, güçsüzlerin de umudu yapan bir sistemdir benim tahayyülüm.

“MİLLETİMİZİN ON MİLYONLARCA SESİ ARKAMDA"

Bugün burada yargılanan, onun için ben değilim. Bugün burada, iktidarın hoşuna gitmeyen her muhalif görüş, her demokratik kazanım, daha da önemlisi on milyonlarca milletin iradesi yargılanmaktadır. Ama bilinmelidir ki; bu ülkeyi ayakta tutan ne silah gücüdür ne servet birikimidir. O ülkeyi, -bir ülke ancak o zaman güçlü olur- o ülkeyi ayakta tutan tek şey adalettir, haktır ve hukuktur. Ve adaletin olmadığı bir memlekette, bilmeliyiz ki ne yatırım olur ne huzur olur ne de gelecek. Ne refah olur ne bereket olur ne de zenginlik olur. Olmaz; mutluluk olmaz. Hiç kimse evine gidip, burada bulunan herkes, adaletsizliğin olduğu yerde sayın hakimden burada bulunan avukatlara, burada bulunan her vatandaşımızdan Sayın Genel Başkan’ımıza kadar hiç kimse, adaletsiz bir ortamı gidip evindeki çocuğuna anlatamaz, ifade edemez. Başı öne eğilir. O yüzden bu mücadelede yalnız değilim. O yüzden bu mücadelede, milletimizin on milyonlarca sesi arkamda, on milyonlarca güveni ve bakışı benim arkamda. Ben onu hissediyorum.

“AZİZ İHSAN AKTAŞ” TEPKİSİ: “BUNUN ADI ‘ÜSTÜNLERİN HUKUKU’

Ben, işte bu inançla, bu umutla, bu ideal uğruna direniyorum, direnmeye kararlılıkla devam edeceğim. Yoksa her gün, ‘yargı bağımsızdır’ demeci verince yargı bağımsız olmuyor. Sosyal medyada ‘yargı bağımsızdır’ demekle yargı bağımsız olmuyor. Yargı bağımsızlığı için irade gerekir, doğru bir uygulama gerekir. Aksi halde, 100 kuruma iş yapan birine, önce ‘çete’ dersiniz, ‘çetenin başı’ dersiniz, sonra sadece içinden 5 Cumhuriyet Halk Partiliyi hedef alırsınız… 95’inin kurumuna bakarsınız; size yakın! Partisine bakarsınız; sizin partili belediye başkanınız… Onları ayırırsınız. Onlara dokunmazsınız. Sonra o ‘çete’ dediğiniz kişiyi serbest bırakırsınız… Bunun adı ‘hukuk devleti’ olmaz. Onun adı ‘üstünlerin hukuku’ olur. ‘İşine geldiği gibi hukuk’ olur. Bu, hukukun üstünlüğü veya hukuk devleti olmaz; olamaz. Bunu hiç kimsenin, hiç kimsenin vicdanına, aklına anlatamazsınız. 95’i kendi partinden, kendi atadığı insanlar diye, orayı hiç görme! 5 tane Cumhuriyet Halk Partili belediyeyi al, hapse at, tutukla, uydurma ifadeleri üzerinden… Bir de o ‘çete reisi’ dediğin adam dışarıya al, serbest bırak! İşleri de gürül gürül işlesin! Hem de yine devletin izin verdiği, makamların, kurumların izin verdiği ruhsatlarıyla binaları yükselsin, tesisleri yapılsın! Bunu kimse kabullenmez, kabullenemez.

“KURBAN OLURUM O YÜZ BİNLERCE ÇOCUĞUN KALEMİNE”

Çocuklara ayrı bir sevgiyle bakıyorum. Çocuklara, gelecek gözüyle baktım. Onun için 15,5 milyon insan benim için -Allah razı olsun- ön seçimde oy kullandı. Yüz binlerce çocuk da çocuk da mektuplarıyla, çizgileriyle, resimleriyle bana mesaj yolladı. Bununla hangi makam boy ölçüşebilir ki? Hangi makam iftirası bunun önünde durabilir ki? Duramaz. Allah şahit, kul da görüyor. Bugünler gelir geçer. Bunun yükünün altında yanlış yapan, hukukun önünde, onun ağırlığı altında ezilir, büzülür. Bu kadar net. Kurban olurum o yüz binlerce çocuğun kalemine, ruhuna, içinden geçen o güzel duygulara. Onların adalet duygusuna kurban olurum. Her evdeki çocukların o naif, tertemiz adalet duygusu, bugün bu ülkede bize yaşatılanların katmer katmer, misler misli fazlasıyla adaleti daha üst seviyede temsil eden ruha sahip olduklarını düşünüyorum. Bizim idealimiz, işte o çocukların bu ülkede üretken, düşünen, tahayyül eden, yaratıcı ruhunun önünde hiçbir şeyin durmadığı, dünyaya saygılı, kindarlıktan uzak, insanı insan olduğu için seven, dünyayla rekabet eden bir nesil yaratmaktır. ‘Benden olmayan bertaraf olsun’ demeyen, aynı zamanda milletin tüm evlatlarını mutlu olduğu bir Türkiye hedefidir. 86 milyon insanımızın çocuklarına, evlatlarına, torunlarına bizim baktığımız pencere budur. ‘Kindar nesil’ değil, iyi eğitimli, üreten, düşünen icat yapan, mucit olan, dünya ile en ön safta, en ön seviyede yarışabilen bir nesil yetiştirmektir bu ülkeye. İdealimiz budur. Onun için kararlılıkla mücadeleme devam ediyorum. Bu sadece, benim ve yol arkadaşlarımın mücadelesi değil, 86 milyon yurttaşımız adına verilen büyük bir mücadeledir.

“BU NASIL BİR HAİNLİKTİR?”

Sayın hakim, değerli heyet; bütün bu mücadeleyi verirken neler yaşamadık ki? Ve bunların ne yazık ki tamamı, bu salonda olması gereken ve bu salonda sonuna kadar savunmamız gereken bütün prensiplere aykırı hususlardır. Seçim iptali… Çünkü hikaye oradan başlıyor. 6 Mayıs 2019. Seçim iptali! Bir seçim niye iptal edilir? Niye iptal edildi? Çünkü, bir kişi çıktı dedi ki, ‘Sen 13 bin oyla İstanbul'da seçimi kazanacağını mı zannediyorsun’ dedi. Bu salonda bilmeyen var mı? Bir oyla bile seçim kazanılır. ‘13 bin oyla seçimi kazanacağını mı zannediyorsun’ dediler. Eklediler; ‘Çaldılar’ dediler. ‘Sandıkta terörle iltisaklı insanlar tepsit edildi’ dediler. Bu nasıl bir hainliktir? ‘Bir şey olmasa da, kesinlikle bir şeyler oldu’ dediler. Bütün bu baskı ve dayatmayla seçim iptal edildi. Peki yargılanan bir kişi var mı? Yok. Suçlanan bir kişi var mı? Yok. Kimse hesap sordu mu? Yok. Hiç kimse bir hesap sordu mu bu sözlere. Yok. Ama evet sordu. Kim biliyor musunuz? Millet sordu. 13 bin oyu, 806 bin oya katladı. Türkiye, yetinmedi bir sonraki seçimde 1 milyon 100 bin oy farkı attı. Onun için bu milletin hafızası, günü geldiğinde yapılan adaletsizliğin hesabını sorar. Bu mille,t kadim bir millettir!

“24 DOSYADA AYNI ANDA GÖRÜLEN BİR BİLİRKİŞİ"

Bilirkişi davası… Bilirkişi davası, Ekrem İmamoğlu'yla alakalı 24 dosyada, aynı anda gözüken bir bilirkişi! 1800’ün üzerinde bilirkişinin olduğu bir yerde, bu kadar tesadüfün olasıklık hesabında 1’in yanına virgül koyun, 80 tane 0 koyun… O rakamın ismin ben bilmiyorum. O bile yetmiyor bunu hesaplamaya. Bu nasıl bir tesadüf! Bir bilirkişi, Ekrem İmamoğlu'yla ilgili aynı dosyada var ve hep Ekrem İmamoğlu aleyhine rapor veriyor. Ve bu raporların uydurma olduğu, bu raporların gerçeği temsil etmediği de ispatlı. Biz şikayetimizi yapıyoruz, suç duyurumuzu yapıyoruz. Geri dönüş yok. Ama Ekrem İmamoğlu hakkında resen soruşturma var. Avukatlarım elinden geleni yapmasına rağmen hiçbir ses yok. Bu mu? Ekrem İmamoğlu yargılanmıyor. Ekrem İmamoğlu yargılanmıyor, direkt cezalandırılıyor!

"ÜLKE YANIYOR, EKONOMİ ÇÖKMÜŞ. MİLLET UMUTSUZ"

Tarih yazıyoruz. Yani şu bu yaşadıklarım, bu yaşananlar; görünenler. Yani vitrinde duranlar, vizyonda olanlar. Ama yaşanan birçok şey var. Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul'u fethettiği yıldönümünde türbeye gittim. Dediler ki; ‘Diğer erkan gecikecek’ Türbeye girdim. Dua ettim. Tekrar dışarı çıktım. Karşıdaki hazireye yürüdüm. Aklımdan geçen de daha yeni defnettiğimiz Kadir Topbaş'ın mezarına gideyim, dua edeyim, geri geleyim... Karadenizliyim, Trabzonluyum. Böyle yürüdüm, oradan içeri girdim. Gittim, duamı okudum ve geldim. Bu görüntüden dolayı ben soruşturma yedim. Türbeye saygısızlık yapmışım yani... Aklını peynir ekmekle yemiş bir avuç muhterisin uygulamaları, bu ülkeyi perişan etmektedir. Rezil etmektedir. Umutsuzlaştırmaktadır, mutsuzlaştırmaktadır, geleceğini perişan etmektedir. Ülke yanıyor. Ekonomi çökmüş. Millet umutsuz. Çocuklar ağlıyor. Ama siz hala ‘Ekrem İmamoğlu'na başka ne yapabiliriz’in derdindesiniz! Resmim yasak, görüntüm yasak, sosyal medyam yasak! Buradan söylüyorum; siz beni, bu milletin gönlünden si-le-me-ye-cek-si-niz! Çünkü, bu milletin gönlü çok geniş! Bu kararları alan insanlara sesleniyorum: Beni bu milletin gönlünden silemeyeceksiniz. Bu sevgi büyür, büyür, büyür, büyür...

“MİLLET BÜYÜKTÜR”

Her zaman ifade ediyorum: Millet büyüktür. Bu cennet vatanın, bu toprakların, bu bayrağın, bu ülkedeki bütün makamların sahibi milletimizdir. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletimizindir. Ben bu duygularla mücadelemi veriyorum, vermeye devam edeceğim. Ve açık ifade edeyim.: Ben burada yargılanmıyorum. Ben, bu süreç içerisindeki muhtelif konularda yargılanmıyorum. Ben, ne yazık ki direkt cezalandırılıyorum. Ben, cezalandırılmış bir biçimde, mağdur bir biçimde, haklarının elinden teslim alınmış haliyle, yakın çalışma arkadaşlarıma yapılan zalimlikler üzerinden, sonsuz bir kararlılık ve mücadeleyle, insanüstü bir mücadeleyle, bütün kısıtlılıklara rağmen, hukukun önünde hesap vermeye gayret ediyorum. Ben yargılanmıyorum; direkt cezalandırılıyorum.”

Kaynak: HABER MERKEZİ