Köşe yazarımız Tuncer Çetinkaya, 62. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nin Sanat Direktörü Deniz Yavuz’la Altın Portakal üzerine önemli bir söyleşi yaptı. Yavuz, merak edilenleri cevapladı.

Bildiğin gibi Altın Portakal, başlangıcından bugüne bir belediye organizasyonu olduğu için, değerlendirilirken Belediye Başkanlarıyla anılır. Sözgelimi şu anda İkinci Muhittin Böcek döneminden geçiyoruz. Başkan’ın, ilk döneminde pandemi nedeniyle festivale dâhil olamazken, bugün de bilinen sebeplerden dolayı 62. Festival’de aranızda olamama ihtimali söz konusu. Bu durum işin organizasyon tarafında yer alan sizleri nasıl etkiliyor?

Gerek Antalya’da gerek de başka festivallerde çeşitli görevler almakla birlikte, daha önceki başkanlarla bu kadar yakından çalışma fırsatım olmamıştı. Geçen yıl ve bu seneye bakarak, Antalya özelinde Sayın Böcek’in sinemaya olan sevgisi, kültür ve sanata olan yaklaşımını bildiğim için, bu yıl kendisiyle bazı konularda sohbet edememenin eksikliğini yaşıyorum. Geçen yıl yaklaşımı gerçekten çok demokratikti, işin sanatsal tarafına hiçbir müdahale etmeden festivalin tamamlanmasına olanak sağlamıştı. Onun özverisiyle kimilerinin ifadesiyle “enkaz”ı kaldırabildik. İşin siyasi boyutu bir tarafa, festival direktörlüğü anlamında yaşadığım ilk deneyimde bir bürokratla bu kadar verimli çalışmaktan çok keyif aldım. Bu yıl onun eksikliğini yaşıyorum; ama kendisinin fikren ve kalben desteklerini yolladığını biliyorum. Bizler de bu ülkenin sanatçıları ve sinemacılarıyla özverili bir biçimde, elimizden geldiği kadarıyla iyi bir festival yapmaya çalışıyoruz.

Bu tanımlamayı yapan bir yazar olarak, “enkaz” meselesine dönmek istiyorum. 60. yılda çok sıkıntılı bir süreç, bir sansür skandalı ve yapılamayan bir festival yaşandı. Üstelik bu olay, 1979’la kıyaslanamayacak ölçüde içsel nedenlerle gerçekleşti. O günlerde belediye yetkililerinin ricasıyla yaptığım bir brifingde, -bu ifadeyi bilinçle kullanıyorum- “organizatör” arkadaşa yeterince müdahil olmadıklarından yakındıklarını gözlemlemiştim. Sonra senin içinde bulunduğun dönem başladı. O kaotik ortamda zorluklar yaşadın mı?

Tabii ki yaşadık. Bahsettiğiniz gibi onlarda da bir travma ve endişe vardı. Kültüre, sanata ve sinemaya müdahale etmek istemeyen, olaya sevgi çerçevesinde yaklaşan bir bürokrat kadrosu vardı orada. Hedefleri şehir ile insanlar arasında köprü kurmaktı ve temel ilke olarak işi profesyonellere bırakmak kararındaydılar. İşin o kısmında aksaklık olduğunda bu her tarafa sirayet ediyordu. Böyle anlarda bir filtre, ilaveten önlem alma mekanizması devreye giriyor. Bizler de “keşke yaşanmasaydı” dediğimiz bu sürecin ardından daha hassas davrandık ve zorlu koşullarda elimizden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalıştık.

Bu yıla dönelim. Yerel kamuoyunda, basına yansıyan haberler doğrultusunda, festivalin kendisine olmasa da ödeme kalemlerine kayyum atandığı şeklinde bir algı var.

Bu konuda somut bir bilgim yok. Sadece daha önceki yıllarda çalışılan bazı iş ortakları ve yüklenici firmalarla ilgili durumlar söz konusu anladığım kadarıyla. Ancak bizim cephemizde festivalin işleyişini zora sokacak bir süreç söz konusu değil.

“HEDEF: DAHA ÇOK İNSANA ULAŞMAK”

Yerelin hassasiyetiyle devam etmek istiyorum. Kent insanında uzun yıllardır devam eden organizasyon algısı; açılış ve kapanış gecelerindeki ücretsiz konserler olmasa, -Antalya dışından gelen bir topluluk ve şanslı bir azınlık dışında- şehirde bir film festivalinin varlığından dahi haberdar olunmayacağı yönünde. Oysa Altın Portakal, senin de çok iyi bildiğin gibi inişleri ve çıkışlarıyla Türk Sineması’nın önemli bir bölümüne ilk elden tanıklık etmiş çok önemli bir etkinlik. Artık ikinci yılın olduğuna göre, bu genel kanıyı değiştirmek adına ve Antalya insanının “Evet, bu benim festivalim” diyebileceği hangi çalışmaları yaptığını sormak istiyorum.

Çok güzel ve benim hedeflerimle birebir bağdaşan bir soru bu. Yanıtlamaktan mutluluk duyuyorum: Geçen yıl, o zorlu sürecin içerisinde de ifade etmeye çalışmıştım. Bu festival, öncelikle Antalyalılar için yapılmaktadır. Bunu söylerken de açılış ve kapanış gecelerinden bahsetmiyorum. Bu sene programımızda olan ve ilk kez seyredilecek, yüzde 80’i prömiyer özelliği taşıyan 103 civarında filmi Antalyalılarla buluşturma hedefi benim için çok önemli. Bunu yapmaya çalışmak, Antalyalı izleyiciyi ayrıcalıklı olarak nitelendirdiğimizi gösterir.

Sözünü ettiğim algının oluşmasında, gösterim mekânlarının yetersizliği de var.

Türkiye’de hiçbir festival, Aspendos, Perge, Düden salonları ve Cam Piramit’le birlikte düşünüldüğünde Antalya’nın sahip olduğu imkânlara sahip değil.

Yine de kente yetmediğini söyleyebiliriz…

Elbette nüfus yoğunluğuyla düşünüldüğünde yetersiz olarak değerlendirilebilir; belki önümüzdeki yıllarda çok daha büyük, Cannes’da, Berlin’de olduğu gibi binlerce insana hitap edebilecek salonlar yaparız; ama şu an için elimizden gelen bu.

Salonlar çoğaltılacak mı?

Evet. İlçeler için tır gösterimlerinin dışında, 2 ya da 3 şehir sinemasıyla anlaşıp özellikle uluslararası filmlerin izlenmesini sağlamaya çalışacağız. Ne kadar insana ulaşabilirsek o kadar başarılı bir festival yapmış oluruz.

Söyleşimizden haberdar olan kesimlerin bazı sorularını yöneltmek istiyorum. Bunlardan ilki, Öğrenci Filmleri Yarışması’na ilişkin. Buradaki eleştiri, film seçimlerinin rektörlüklere bırakılmasına ve bağımsız katılıma olanak tanınmamasına ilişkin. Bir film festivaline “kurumsal katılım” şartı koymak kulağa biraz itici gelmiyor mu?

Kısıtlama gibi bir uygulama aklımızdan dahi geçmiyor. Filmlerin özgürce gösterilmesi veya yarışması için hamleler yapıyoruz. Ama az önce konuştuğumuz salon sayılarıyla ilgili bir durum söz konusu. Bu ülkede 80’in üzerinde sinema okulu var ve buralardan binlerce film gelebilir. Bunu bir biçimde regüle etmemiz gerekiyor. Nasıl kısa filmlerde bir ön jüri mekanizmamız varsa burada da benzer bir işleyiş söz konusu. Yarışmalara başvuran tüm filmlere saygı gösteriyoruz. Bazı öğrenci filmleri için özel gösterimler de yapıyoruz. Bu bağlamda okullardan da herhangi bir kota konmadan başvurular alınabilir; fakat bu yalnızca sinema okullarını kapsayan bir yarışma. Burada okullarımızın kendi içinde ön seçim yapmasını istiyoruz.

Yine de bu açıklamaya bir şerh düşmek isterim. Ülkenin içinde bulunduğu sosyo-politik ortamla ve “kurumların bağımsızlığı”, “sanatsal eleştiriye olanak tanıma” ya da “liyakat” gibi başlıklarla bağlantılı olmak üzere, bu yaklaşımdan sağlıklı sonuçlar elde edilemeyeceği eleştirilerine katılıyorum.

Saygı duyuyorum. Ama sınırsız ve koşulsuz katılımlarda da ortaya başka sorunların çıkabileceğini anımsatmak isterim. Sonuçta bunlar kötü niyetten kaynaklı yaklaşımlar değil. Aksine sinemacılara kapıları ardına kadar açmak istiyoruz. Niyetimiz okul bazlı bir yarışmada kurum iradesini de sürece dâhil etme çabasından kaynaklanıyor.

Önceki yıllarda Altın Portakal’daki Ön Jüri uygulamasını sıklıkla dile getirmiş ve bağımsız olması gereken kurulların, adeta bir tür “memur jüri”liğe indirgenerek festivallerin sanatsal özgürlük ortamına zarar verdiğini dile getirmiştim.

Ön jürilerimizi açıklıyor ve her yıl farklı isimlere yer veriyoruz. Bu noktada işin kurumsal tarafında yer alan, başka festivallerde pek görev almamış, akademisyen veya sinema yazarı kimliği bulunan, objektif olabileceğini düşündüğümüz isimlerden yararlanıyoruz.

SİYAD’SIZ BİR ALTIN PORTAKAL MI?

Gelelim SİYAD Jürisi’ne. Bu yılın Altın Portakal’ında geleneksel Sinema Yazarları Derneği Jürisi’ni görebilecek miyiz?

Bunu söylemekte bir beis görmüyorum: Altın Portakal’da SİYAD Jürilerini başlatan yönetim kurulunun bir mensubuyum. Bundan dolayı da kendimi gururlu hissediyorum. SİYAD benim için bir okul, aile ve ev olmuştur. Bu açıdan bakıldığında kişisel olarak SİYAD Jürilerini istememe gibi bir durumum söz konusu olamayacağı gibi, burada olmamın SİYAD’la gelecekte çok güzel şeyler yapılabileceği anlamına geldiğini vurgulamak isterim. Fakat burayı tek başıma değil bir festival komitesiyle yönetiyorum.

Çalışma arkadaşlarından bir şerh mi var öyleyse?

Şerh yok. Bu konuyu da diğer meseleleri de anlamak için masaya yatırıyoruz. Geçen sene şu oldu: Biz, o enkazın, travmatik ortamın içerisinde bu festivali sürdürmeye çalışırken, bizimle hiçbir diyaloğa geçilmeden boykot noktasına gelindi, süreci izleme yönünde bir karar alındı. Desteğe ihtiyaç duyarken karşımıza geçildiği noktada biraz üzüldüğümüzü; bu tutumun bizleri ve sinema piyasasını da bir parça yavaşlattığını söylemeliyim. Bu noktada kişisel olarak kırıldım, ekip de kırıldı açıkçası…

Seni anlamaya çalışmakla birlikte, SİYAD ya da farklı kurulların festivalleri daha önce de haklı nedenlerle boykot ettiklerini, jüri göndermediklerini (veya jürilerin kişisel inisiyatif kullanarak kurula katılmadıklarını), bildiriler yayınladıklarını hatırlatmak isterim. Buna karşın sonraki yıllarda kurumsal olarak festivallerde varlıklarını sürdürdüler. Bu noktada kişisel kırgınlıklar sübjektif kararlar alınması sonucunu doğurabilir.

Yok, burada sadece kişisel bir kırgınlıktan söz ediyorum. Komitede, “Bu sene SİYAD Jürisi olmayacak” gibi bir kararı gündeme hiçbir şekilde getirmedik. Sadece bu seneki operasyona başladığımızda, geçen yıl süreci boykota götüren SİYAD yönetiminin bu yıl nasıl bir tutum takınacağını bizlerle paylaşmadığını söylemek istiyorum. Sinema Yazarları Derneği yıllarca festival süreçlerinin önemli bir noktasında durmuş, işbirliği yapmış, organizasyonların kataloglarından kitaplarına, jüriliklerinden sunumlarına kadar dayanışma içinde olan bir kurum olmuştur. İlişkiler bu haldeyken geçen yıl başka argümanlar öne çıkarılarak yalnız bırakılmışsak, bu yıl için bizden bir aksiyon beklenmemesi gerekir diye düşünüyorum. Çalışmalara erkenden başladık, jüri başkanımızı ağustos ayında açıkladık, biliyorsunuz. Bu noktada bizimle ilişki kurulmasını, festivalde neler yapmaya çalıştığımızın anlaşılmasını beklerdim. Geçen yıl nasıl bizlere sorulmadan, “sürece bıraktık” ifadesiyle konu kapatıldıysa, bu sene de konuşularak yol haritası oluşturulabilirdi. Gelinen noktadan bu sene az zaman kaldığı için çok umutlu değilim; ama bu durumu elimizden geldiği kadarıyla onarmaya çalışır ve en kötü olasılıkla seneye durumu onarırız diye düşünüyorum.

Bu süreçte alınacak kararın, hem geçmişte bir SİYAD üyesi / yöneticisi olmandan hem de kurucularından olduğun SİAMER’e (Sinema Araştırmaları Merkezi) alan açma iddialarından dolayı çokça tartışılacağını düşünüyorum.

Olabilir, geçen sene de bu söylentiler vardı zaten; ancak buna müsaade etmedik. SİAMER, ağırlıklı olarak akademisyen üyelerden oluşan bir dernek. Sinema eleştirmenliğiyle, sinema yazarlığıyla doğrudan ilişkili değil. SİYAD’a hiçbir şekilde rakip değil; hatta ortak üyelerinin olduğu bebek bir dernek. SİYAD’ın bugüne kadar kurmuş olduğu köklü ilişkilere başat bir eylem planı geliştirme anlayışı da yok. Sektörde birden çok dernek, vakıf, meslek örgütü olabilir. SİAMER’in başkanı olarak, orada yapmak istediğimiz çalışmaları SİYAD’la görüşerek gerçekleştirmek istediğimizi, onlarla birlikte yürüyebileceğimiz yollar olduğunu vurgulayabilirim. Bunları yapmaya hazırız, hiçbir şekilde rakip değiliz. Örneğin yarın (bugün) basın toplantısında açıklayacağız; SİYAD’ın onursal üyelerinden Sevin Okyay bu yıl ana jürimizde yer alacak. Bu algılara yanıt olarak geçen yıl böyle bir durumun yaşanmadığını da söyleyebiliriz.

Son sorulara geçelim: Ülkenin hal-i pür melali, içinden geçtiğimiz kültürel, politik ve ekonomik iklim ortada. Bu koşullarda bir film festivaline imza atarken kaygı hissediyor musun?

Doğrusu toplumsal ve sosyo-politik ortamdan dolayı hangi kesimden olursanız olun, hepimizde kaygı var. Ama özgür bir ülkede yaşadığımızı düşünüyor, buna inanmak istiyoruz. İnsanlar, kaygılı oldukları veya endişe ettikleri konularla alakalı serzenişlerini çıkıp söyleyebilir, filmlerinde ifade edebilirler. İnsanlara, “onu söyleme”, “bunu sakın deme” gibi telkinlerde bulunmak bana çok anlamsız geliyor. Sonuçta herkesin görüşü kendisini bağlar. Ayrıca geldiğimiz çağda buna engel koyacak hiçbir şey de yok.

Sansür / otosansür?

Hayır, asla yok. Geçen yıl LGBT filmleriyle alakalı böyle bir söylenti çıkmıştı, hatırlarsınız. Özür dileyerek söylüyorum; ama bunlar deli saçması şeyler. Oradaki ön jürimizin asla böyle bir düşüncesi yoktu. Biz tematik bir festival değiliz. Kim başvurursa başvursun, değerlendirmeler bizden bağımsız olarak çalışan ve asla müdahalede bulunmadığımız mekanizmalar tarafından değerlendirilir.

Teşekkür ediyor, Antalyalı bir sinema yazarı olarak başarılı bir festival geçirmemizi diliyorum.

NOT: Deniz Yavuz’un SİYAD’la (Sinema Yazarları Derneği) ilgili eleştirileri üzerine görüşlerine başvurduğumuz dernek yöneticileri, SİYAD’ın Altın Portakal’a ilişkin görüşlerini kendisiyle çeşitli defalar paylaştıklarını; ayrıca 7 Ekim günü bir “bilgilendirme mail”ini Yavuz’a ilettiklerini vurguladılar. Yöneticiler, artık geleneksel hale gelen SİYAD Jürisi konusunda talebin her zaman festival yönetiminden geldiğini ve derneğin de olağanüstü koşullar dışında bu görevi bugüne kadar başarıyla yerine getirdiğini belirttiler.

Kaynak: HABER MERKEZİ