İnsanlığın binlerce yıllık mirasının somut kalıntıları olan arkeolojik alanlarda sıkça sorulan sorulardan biri de “Bu taşları buraya nasıl koydular?” Kimi uzaylılara, kimi ise olağanüstü büyüklükteki devlere atfediyor bu sorunun yanıtını. Oysa toprağın altında unutulan, unutturulmak istenen bambaşka bir gerçekli var: Sıradan insanların emeği. Egemenlerin hikâyelerini yansıtan kalıntıların öne çıkarıldığı, böylece günümüzün egemenlerine geçmişten güç devşirildiği bir arenada, Aktüel Arkeoloji Dergisi toprağın hafızasında unutulan ötekilerin hikâyelerinin peşine düştü. Derginin Eylül-Ekim 2025 sayısının kapak dosyası, “Ötekilerin Arkeolojisi: Dışlananlar ve Ötekileştirilenler’ başlığını taşıyor.
YEDİ KAPILI TEB’İ KİM KURDU?
Aktüel Arkeoloji Dergisi Editörü Ahmet Yaraş, bu özel sayının editör yazısında, Brecht’in “Yedi kapılı Teb’i kim kurdu?” sorusunu anımsatıyor ve bu sorunun arkeolojinin temel çelişkisini açığa çıkardığını vurguluyor: “Tarih, her daim kralları ve kahramanları yüceltirken, emeği görünmez kılar. Günümüz arkeolojisi de çoğu zaman aynı yanılgıyı sürdürür; görkemli eserler ön plana çıkarılır, onları inşa eden binlerce sıradan insanın izlerini ise toprağın altında bırakır…”
ARKEOLOGLAR NEDEN GÖSTERİŞLİ MADDİ KALINTILARA YÖNELDİ?
Yaraş’a göre 200 yıllık arkeoloji serüveninde bugüne kadar arkeologların kabul gören materyal kültürden dolayı gösterişli maddi kalıntılara yöneldi. Antik yerleşimlerdeki kazılar önce tapınaklara, saraylara, tiyatrolara yöneliyor ve ancak halkın yaşadığı sokaklar, evler çoğu zaman kazılmadan öylece kalıyor.
‘ARKEOLOJİ, SADECE BİNALARI DEĞİL, TOPLUMSAL HAFIZAYI DA YENİDEN İNŞA EDER’
“Oysa arkeoloji bilimi o zaman dilimindeki tüm değerleri ortaya çıkarmak bilimsel anlamda incelemek ve yorumlamakla sorumludur. Bu bilimin doğdu ülkelerde artık bu yöntem kabul görmektedir” görüşünü savunan Yaraş, neden ‘Ötekilerin Arkeolojisi’nin peşine düştüklerini ise şöyle özetliyor: “Ötekilerin arkeolojisi, yalnızca geçmişin değil, bugünün dünyasını da sorgulamamıza olanak tanır. Çünkü arkeoloji, görünmez kılınmış hikâyeleri açığa çıkararak, sadece binaları değil, toplumsal hafızayı da yeniden inşa eder…”
KÖLEYİ ÖLDÜRÜRSEN TAZMİNAT, ÖZGÜR BİREYİ ÖLDÜRÜRSEN ÖLÜM CEZAS
Toprağın hafızasına insanın ve emeğin gözünden yeniden bakmayı deneyen Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin yeni sayısında İsmail Gezgin’in ‘Toprak Altında Bırakılanlar: Ötekilerin Arkeolojisi’ başlıklı kapak dosyasının yanı sıra çarpıcı yazılar da yer alıyor. Serdar Ünan, Anadolu’da köleliğin tarihini ele aldığı yazısında “Hitit hukukunda bir köleyi öldürmenin cezası maddi tazminatken, özgür bir bireyi öldürmenin cezası ise ölümdü” diye özetliyor, ötekilerin bir başka öyküsünü.
KİMSESİZ ÇOCUKLARDAN ROMA’NIN KADIN AKTRİSLERİNE
Serkan Erdoğan’ın Asur- Babil dünyasında tapınak ekonomisi için sömürülen insan emeğini ele aldığı yazısı ile derginin bu sayısında yer alırken, Gürkan Ergin Antik Çağın Kimsesiz Çocukları’na odaklanıyor. Romalıların eğlence dünyasının gölgelenen hikâyelerinin peşine düşen Ayşe Uzbaş ise, ‘Sahnenin ışığında, Toplumun Gölgesinde: Antik Roma’da Kadın Aktrisler’in yaşamlarını günümüze taşıyor.
ANTİK DÜNYADAN MİRAS KALAN ROLLER KADER GİBİ ALNIMIZA YAZLIDI
Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin Eylül-Ekim 2025 (106) Sayısı, insanlık tarihinin satır aralarında unutulmuş hikâyelere odaklanırken, günümüze de çarpıcı göndermeler yapılıyor. İsmail Gezgin, geçmişi daha primitif bir hücreye kapatan arkeoloji dünyasını eleştirdiği yazısında, “Antikçağ dünyasından geriye sadece görkemli yerleşimler, anıtlar, heykeller kalmadı. Bunların temsil ettiği değerlerin çevresinde, inanç, iktidar, cinsiyet rolleri üzerinde kurulmuş ilerlemeci bir uygarlık da kaldı. İçinde bulunduğumuz ve ancak büyük mücadelelerle esnetilebilecek değerlerle örülü bu kültür de geçmişin mirası olarak her birimizin alnına adeta kader olarak yazıldı” diyor.
ARKEOLOJİK NESNEDE SINIFSAL İHTİŞAM VE ZİHİNSEL KÖRLEŞME
Gezgin’in tespitleri günümüzdeki kazı ve restorasyon çabalarının motivasyon kaynağına yönelik de bir bakış açısı sunuyor: “Mermer sütunlarla desteklenmiş kamusal mekânlara sahip antik kentler, estetik heykeller, anıtsal mezarlar, dev tapınaklar, upuzun ve güçlü surların estetiği ile büyülenenler bunların estetiğine, gücüne ve teknolojisine dikkat çekerek, onu üreten iktidar yapısının günümüzde de normal karşılanmasına, yeniden üretilmesine katkıda bulunurlar. Emek sömürüsüne dayalı yaşam biçiminin arkeolojik nesneye yüklediği ‘sınıfsal ihtişam’ bakanın zihninde onu yapanların emeğini görünmez kılar.
AKDENİZ’DEKİ KAZILARIN MOTİVASYONU VE İDEOLOJİK DEVAMLILIK
Kıyı Akdeniz’de yer alan klasik antik kentlerde çalışan arkeologların önce ve hatta sadece kamusal mekânları kazıp açığa çıkarmak istemelerinin altında bu ideolojik devamlılık yatar. İktidar, güç ve statüyü temsil eden bu fallik yapılar, kazı muktedirlerine ihtiyaç duydukları popülerliği de sağlar. Herkes bunun doğrudan bilincinde olmasa da iktidarı yüceltenlerin bundan pay alacaklarını içten içe bilir. Bu yüzden de bütün kıyı kentlerinde kamusal mekânlar açığa çıkarılmışken, sivil halkın yaşadığı mütevazı mahalleler, yerleşim alanları toprak altında bırakılır, çıkarılmaya, araştırılmaya, üzerinde düşünülmeye değer görülmez. Antikçağda dahi kent nüfusunun sadece onda birinin yararına hizmet eden ve bu azınlığın iktidarının propagandasını yapan kamusal mekânlar, o kentleri ziyaret edenlerin zihninde geçmişin yanlış ve yetersiz anlaşılmasına yol açar…”
MADENCİLİK SEKTÖRÜNDE YENİ BİR ŞEY YOK
İsmail Gezgin, geçmişin dünyasında kölelerin çalıştırıldığı madenciliğe dikkat çektiği yazısında, ölümcül yaşam koşullarında binlercesi bir arada çalıştırılan kölelerin insanlık tarihinin en büyük sömürülerinden birine maruz kaldığına işaret ediyor: “MÖ 4. yüzyıl başlarında Nikos adlı bir generalin Atina’daki gümüş madenlerinde çalıştırılmak üzere 1000 köleyi kiraladığını biliyoruz. Devletin kontrolünde olan maden ocaklarını kiralayan madenciler, taşeronlardan aldıkları veya kiraladıkları, çoğunluğu savaş ganimeti olarak köleleştirilmiş ya da işlediği suçlar nedeniyle maden ocaklarında çalışma cezasına çarptırılmış mahkûmlardan oluşuyordu. MÖ 2. yüzyılda İspanya’daki Kartagena gümüş madenlerinde çalışan köle sayısının 40 bini bulduğunu biliyoruz. Tüm bu verilerden anlaşılabileceği gibi, madencilik ‘ölüm işçisi’ olarak da tanımlanabilecek kölelerin emekleri üzerinde yükseliyordu.”
‘MÜZE ZİYARETİ İDEOLOJİK BİR EYLEMDİR’
Müze ziyaretinin ideolojik bir eylem olduğunu savunan İsmail Gezgin, “Müzecilik gerçekten de çok önemlidir ama müzede sergilenenlerin ardına gizlenmiş ilişkiler ağını okuyabiliyorsak öyledir… Müzelerde ‘ötekiler sınıfına girebilecek kimsenin yaşamına dair temsil yoktur, çünkü onları imleyen şeyler estetik bulunmaz” diyor.