Yarım asrı deviren Altın Portakal’da hala amatörce hatalar yapılıyor. Açılışta olduğu gibi kapanışta da oradaydım. Salon hınca hınç dolu, bir koşturmaca, bir telaş... Giren çıkan belli değil. Derken gözüme "Efsane başkan" diye tanıdığımız Antalya Belediyesi eski başkanı Selahattin Tonguç ilişti. Gayet şık bir takımla ödül törenini izlemeye gelmişti. Yanında ailesi de vardı. Ayaküstü biraz sohbetin ardından protokol girişine kadar ona eşlik ettim. Girişte vedalaşmaya hazırlanırken o da ne? Görevliler Tonguç’u tanımadı. Protokolde yer olmadığını, onu ve ailesini üst kısma alacaklarını söylediler. Kısa bir gerilimin ardından başka bir görevli geldi. O sırada gazeteci refleksiyle telefonumun kamerasını açtım ve yaşananları kaydettim.
Sonradan gelen görevli biraz da çekim yaptığımdan olsa gerek Tonguç ve ailesini içeri aldı. Tam, ‘Kriz sona erdi’ diye düşünürken bu kez sandalye olmadığı söylendi Tonguç’a. Bekle bekle, dakikalar sonra sandalye bulundu. O yaşında dahi beyefendiliğinden taviz vermeyerek sandalye gelene kadar ayakta bekledi Tonguç ve ailesi. Sonra protokolün arka sıralarına oturtuldu. Salonda düzen-nizam hak getire... Tonguç sıkış tepiş bir yere oturtulurken ailesi içinse başka bir yer ayarlandı.
Tonguç yerleştikten sonra protokolün en önüne gidip kimlerin oturduğunu merak ettim. Gözüme ilk çarpan Survivor şampiyonu İsmail Balaban oldu. Kardeşi ve arkadaşlarıyla 4-5 kişilik yer kaplamıştı. Diğer oturanları sözdüm. Burada isim veremeyeceğim fakat şuan aktif gazetecilik yapmayan, gazetecilik yaparken de pek dikkate alınmayan bir zat-ı muhterimi gördüm. En önde yerini almıştı. Daha bunun gibi değişik değişik karakterler vardı en önde.
Burada sorun onların oraya oturmasında değil elbette. Sorun onları oraya oturtanda ya da oturmalarına izin verende.
Altın Portakal diyoruz, Antalya’nın dünyaya açılan penceresi diyoruz ama daha oturma düzenini bile yok.
Çok merak ediyordum Cannes’da, Berlin’de ya da Venedik Film Festivali’nde böyle amatörce işler oluyor mu? Sanırım cevabı hepimiz biliyoruz…
Antalya belediye başkanlığı yapmış ve halen hayatta olan kaç kişi var ki? 10’u geçmez sanırım.
O halde şu protokol dediğiniz yeri neden isim isim ayırmıyorsunuz? Koltukların üzerine davetlilerin ismini yazacaksınız bu kadar basit.
Böyle skandalların Altın Portakal’ın önüne geçmesini istemezdim ama maalesef her sene bir kriz patlak veriyor. Bu arada en iyi film ödülünü alan ‘Okul Tıraşı’ ekibini canı gönülden kutlarım. Haklı bir ödülün sahibi oldular.
-------------
SAĞLIK SEKTÖRÜ NALLARI DİKTİ
Hastaneleri ticarethane, insanları müşteri olarak gören bir sağlık sistemimiz var. Hal böyle olunca yurttaş sağlık sektöründen sağlıklı faydalanamıyor. Çağımızın hastalıklarından biri romatoloji. Öyle illet bir hastalık ki tedavisi yok. Sadece baskı altına alınabiliyor. Romatoloji için Eğitim Araştırma Hastanesi ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde poliklinik var. Fakat hasta sayısı çok fazla. Böyle olunca doktor sayısı yetersiz kalıyor. Bu hastaların sık sık kan verip tahlil yaptırması gerekiyor. Romatoloji hastaları Eğitim Araştırma Hastanesi’ne sabahın köründe gidiyorlar. Kısa bir kontrolün ardından kan tahlili veriliyor ve o tahliller öğleden sonra çıkıyor. Öğlene kadar muayene için cebelleşen hastalar öğleden sonra da bu kez tahlilleri göstermek için birbirinin üstüne çıkıyor. Sonuç göstermek için poliklinik önüne boş kağıt bırakılıyor ve hastalar sırayla buraya adını yazıyor. Sistem böyle işliyor. Eğer ki bir vatandaş o listeyi yırtar, üste ismini yazarsa o zaman ortalık toz duman oluyor.
Herkes biran önce sonucunu gösterip hastaneden ayrılmak istiyor. Fakat bu o kadar kolay olmuyor. Yani sizin anlayacağınız hastaneye romatoloji için giderseniz sabahın köründen aksam saat 5’e kadar orda esir kalabilirsiniz. Bu alanda böylesi yoğunluk varken doktor sayısı neden artırılmaz, sonuç gösterecek insanlar daha çağdaş bir yöntemle neden sıraya sokulmaz?
Yakından tanık olduğum için romatoloji örneği verdim. Diğer polikliniklerde de durum farklı değil. 5-6 ay önce Atatürk Devlet Hastanesi Cildiye bölümüne gittiğimde kapıda 150 hastanın ismini görmüştüm! Dünya Sağlık Örgütü bir doktorun sağlıklı muayene için günlük 20-30 hastaya bakmasını öneriyor. Bu cildiye doktoru 150 kişiye nasıl bakacak?
Ona keza Eğitim Araştırma Hastanesi bünyesindeki Onkoloji (kanser) bölümünde de durum vahim. Bu hastaların steril bir ortamda muayene edilmesi ve hastanede fazla kalmaması gerekiyor. Ama orada da hastalar saatlerini hastanede geçiriyor.
Sağılıkla ilgili sorunları sabaha kadar anlatabilirim. Birçoğunu zaten siz de biliyorsunuz. Çözüm belli: özele değil kamuya yatırım. Hastaneleri ticarethane, yurttaşı müşteri olarak gören sistem acilen değiştirilmeli, toplum özel hastanelere özendirilmemeli ve en önemlisi doğru politika ile vatandaşın hasta olmasının önüne geçilmeli.