Toplumda, Van Gogh’a öykünerek söylersek “patates yiyen” yoksul yığınlar çoğaldıkça diziler, üst sınıf zengin sofralarına çeviriyor kameralarını. Avam, yukarının tutarsız gönül maceralarını, tüm o şatafat içinde yaşadığı mutsuzluğu seyre dalıyor; adeta bunlarla avunuyor. Sınıf atlama çabası dahi derin bir hareketsizlik duygusuyla “izlemeyle yetinme” eylemine dönüşmüş durumda.
Mazrufa Değil Zarfa Bak!
Bir zamanlar egemenin, erkin, tepenin tahakkümünü konu alan sinema, uzunca bir süredir bu tarihsel uğraşın yanına sokulmuyor. Hedefte gariban olan var. Bir zamanlar Chaplin’in, Kemal Sunal’ın gözlerinden dünyaya bakanlar, artık toplumsal yaşamdan tamamen soyutlanmış “küçük adam”ın anlamsız eylemlerine gülüp geçiyor. Dünün figüranları başat unsur artık ve yedinci sanat, 100 küsur yıl sonra içinden çıktığı sınıfa sırt çevirmiş durumda. Sayıca az etki olarak fazla bir topluluk eliyle formüle edilen “sanat” veya “festival” sinemasında da her şey planlandığı gibi ilerliyor. Günümüzün “hakikati arayan” (!) yönetmenlerinin üretimleri bu diyarı değil de zembille indikleri gökleri işaret ediyor sanki. Suskunluğunun ardında derin anlamlar yattığını varsaydığımız tiplemeler de bir başyapıtın oyuncuları olarak selamlanıyor, durmaksızın konuşanlar da… Sessizlik ya da kelime bombardımanında anlam aramak nafile! 21. yüzyılın sanat ortamı, kudretini “Zarfa değil mazrufa bak” sözünün tersinden alıyor!
Sözün Eylemini Yitirdiği An
Yeteneksizliğin ve duyarsızlığın onca kavram kargaşasına arasında gürültüye getirildiği; “İyi ama bu neyi anlatıyor?” diye soranlara, “Sen onu bırak da nasıl yaptığıma bak!” yanıtını veren bir sanat ortamından geçiyoruz nicedir. Rengin, fırça darbesinin, imgenin, süslü notanın her şey sayıldığı bir “edebi” iklimde yaşananları kim kavramaya çalışıyor, varoluşun sırrının reklamda yattığını fark eden kim?
Yaşadığınız kentin sembollerini düşünün; şimdi yerinde yeller esen duvar resimlerini; kimisi oligarşinin elinden güçlükle kurtarılmış heykelleri… Sonra bugüne gelin. Yeni sanat, yeni insan için neler vaat ediyor, hangi simgeleri üretiyor? Bir şehirde sergi açılışları, panel ve konferanslar, çalıştaylar; hatta bu olup bitenleri sorgulamaya çalışan böylesi yazılar 100-150 kişi arasında dönüp duruyorsa, söz eylemini yitirmiştir! Okuyandan çok yazan; dinlemeye çalışandan fazla konuşan; durmaksızın anlatmayı, “anlamaya” tercih eden yaş almış topluluklar tutmuşsa köşe başlarını… Yazıp çizmenin dahi mantığı ortadan kalkmıştır.
Önderler ve Koyunlar!
Günümüz sanat ortamı, eskiden revaçta olan “şatafatlı mağlubiyet”, “onurlu yenilgi” gibi izahlara bile ihtiyaç duymuyor; zira ortada bir kayıp yok. Adeta her şey kazanılan sanal mevzileri korumak üzerine kurulu. Masa başlarında gençlik üzerine söylevler veren, onlara yol gösteren siluetler, dar bir grubun egemen olduğu soylu sanat ortamlarındaki yaş ortalamasını sorun dahi etmiyor. Şayet Delacroix’nın “Halka Önderlik Eden Hürriyet”i yeniden yorumlansa idi 2025’in kahramanları, muhtemelen gemisini kurtaran kaptanlar olurdu. (Bunu, “kendi bacağından asılan koyunlar” şeklinde de okuyabilirsiniz!)
Bütün bu ahval ve şerait içinde, bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere; kim, dünyayı sanatın kurtaracağına vurgu yapıyorsa yalan söylüyordur!