90'ların ilk çeyreği. Öğrenci derneği kurmak suçuyla (!) üniversiteden ayrılmak zorunda bırakılmış, baba ocağına dönmüşüm. Davalarım sürüp giderken, henüz 19 yaşında, beni nasıl bir geleceğin beklediği sorusuna kafa yoruyorum.

Nuri amca (Erkal) ve Ayfer teyze, çocukluğumdan iki güzide figür. Oğulları Uzay, yaşıtım. Hayatımdaki ilk hatıralarda onların da izi var. Anne ve babalarımız sıkı birer arkadaş. Nuri amca coşkulu şiirler okuyan, Ahmed Arif'in "Rüya bütün çektiğimiz" dizelerini ezberlememe yol açan bir güzel adam.

Yıllar ve yollardan sonra yine bir aradayız. Çok sevdiği TRT'den sürgün edilmiş, Bölge Çalışma Müdürlüğü'nde yönetici olarak görev yapıyor. Annemin ısrarlarına dayanamayıp soluğu yanında alıyorum. Aynı coşkuyla kucaklıyor beni. Artık çocukluğunu bildiği biri değil, düşünsel yakınlık da kurabileceği genç bir adam var karşısında.

Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca, yayınladığı KırkMerdiven Edebiyat Dergisi'nin mutfağında çalıştım. Hayatımız Bölge Çalışma ile eski Vilayet'in oradaki Basın Merkezi arasında geçip gidiyor, kentin edebiyat ortamıyla renkleniyordu.
Tam bir kitap kurdu, edebiyat tutkunu, amatörce ve slogancı şiirler, yazılar yazan bu genç yazarın ilk denemeleri orada yayınlandı. Çok kavga ettik, sayısız kez kendisini "oportünist" olarak suçlamama maruz kaldı. Birinde, sonradan kentin en şöhretli tiyatro ustası sayılacak, o dönemde Belediye Tiyatrosu'nda görevli bir zat-ı muhteremle odasında yumruklaşmamıza ramak kalmıştı. Kabahati, bir görüşüme, "70'lerde çok dinledik bu palavraları!" diye karşı çıkmaktı! Bir başkasında, elinde dosyasıyla yanıma gelen ve Hasan Hüseyin Korkmazgil şiirini yerden yere vuran genç bir şaire tepki göstermediği için kavgaya tutuşmuş, haftalarca görüşmemiştik. O "şair" şimdi nerede bilemiyorum; ama "Haziran'da Ölmek Zor", "Filizkıran Fırtınası" ya da "Ağlasun Ayşafağı" hala buralarda...

Her şeye rağmen her dönüşümde kucakladı beni. Yeni sorumluluklar verdi. Kimi zaman dergilerin matbaadan çıkışını bekler, dağıtım noktalarına koşar; kimi zaman da aralarında Dağlarca'nın, Fakir Baykurt'un, Ataol Behramoğlu'nun bulunduğu aydınlara dergi yollardım.

Nuri amca, dergicilik denen hastalığa ömür boyu yakalanmama neden olan gerçek bir hocaydı. Metropol üniversitelerinde toplumsal uyanışın başladığı, taşranın ise 12 Eylül uykusundan ne yazık ki henüz uyanamadığı yıllarda üstlendiği sorumluluk asla unutulamaz.

Araya giren üniversite ve öğretmenlik yıllarından sonra kente döndüğümde, artık biraz yorulmuş, kabuğuna çekilmiş bir Nuri Erkal vardı karşımda. Silkinme vakti gelmişti. 2006 kışında yayın hayatına başlayan ve maalesef sadece 2 sayılık ömrü olan "Kalekapısı" dergisinin yayın kurulunda yer almasını rica ettiğimde beni kırmadı. Kadrosunda Şükrü Erbaş, Betül Tarıman, Saffet Uysal, Salih Mercanoğlu, Ahmet Tüzün gibi önemli isimleri barındıran dergide yaşanan tartışmalarda ayrı düştük ve yaşanan gönül kırgınlığı, çok uzun bir zaman kopmamıza neden oldu. Son görüşmemizde benden bir özgeçmiş rica etmiş, kentin kültür insanlarının üretimlerinden oluşan bir antoloji hazırlayacağını anlatmıştı. Yayınlanan ilk şiirim olan "Bir Yalnızlık Türküsü" o eserde yer alıyordu.

AntSanat'ı çıkarmaya karar verdiğimiz günlerde kapısını çalmış ve "KırkMerdiven"in yayınlanma serüvenini anlatan bir yazı kaleme almasını istemiştim. O son derece güzel yazıda, adımı merhum ozanımız Metin Demirtaş ile birlikte anmasını hayatım boyunca onur sayacağım.

Düşlediğiniz ülkeyi yaratmak boynumuzun borcu olsun. Gençlikten arkadaşın İsmet'e ve artık aramızda olmayan nice güzel aydın ve ozana bin selam...