Azra Erhat, Balıkçı’nın ilk karşılaşmalarında “minnacık, 34 numara ayakkabı giyen, mağazaların çocuk reyonlarından giyinen çıtıpıtı bir hanım” gibi gördüğü, sonra “Homeros bilgini” olarak kendisine büyük saygı duyduğu ve yaşam boyu dost kaldığı küçük görünümlü bir dev, bir tanrıça idi. Sanal değil, gerçek bir Anadolu tanrıçası. Efsaneler anlatan bir efsane.
DONANIMLI BİR DÜŞÜNCE İNSANI
Azra Erhat, bir deneme ve inceleme yazarı olarak, eski Yunan ve Roma dilleri konusunda uzmandı. Tanımlayıcı meslekleri arasında filolog (dilbilimci, dilci), arkeolog (kazıbilimci), çevirmen gibi değişik meslekler de vardı, ama asıl işi bir düşünce insanı olmasıydı. Üretkendi. Azra Erhat, eski dönem yazarlarının kitaplarından dilimize aktardığı eserler, özellikle de Abdülkadir (a.kadir) ile birlikte epik destan yazarı Homeros’tan yaptıkları “İlyada” ve “Odissea” destanlarının çevirileri ile tanınan, dilimize katkısı büyük bir akademisyen (bilim kadını), bir yazı insanı idi.
6 Haziran 1915 tarihinde İstanbul’da Şişli semtinde doğdu Azra Erhat, ilk ve ortaöğrenimini Belçika’da yaptıktan sonra, yurda döndü. 1939 yılında Ankara Üniversitesine bağlı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirerek, aynı üniversiteye bağlı Klasik Filoloji Bölümü’nde akademik görev üstlendi ve asistan (yardımcı) olarak çalışmaya başladı. 1946 yılında doçentlik payesi aldı. 1948 yılında çalıştığı fakültede görev yapan Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil ve Niyazi Berkes’le birlikte üniversitedeki görevinden ayrılmak zorunda bırakıldı. Zamanın yönetimi, düşünen, üreten, eleştiren, gerçekleri dile getiren insan istemiyordu, o da payına düşeni aldı.
1949-1950 arasında “Yeni İstanbul” ve “Vatan” gazetelerine yazılar yazdı. Uluslararası Çalışma Örgütü’nde (ILO) bir dönem kütüphaneci olarak görev yaptı.
Çeviri yapmaya, çevirilerini “Tercüme” dergisine göndermeye başladı. Sofokles, Aristofanes gibi antik dönem yazarlarının eserlerini Türkçeye çevirdi. “Yeni Ufuklar” dergisi için yazılar yazdı. Dergi çevresinde hümanist (insancıl) bir anlayışın yerleşmesi için çaba gösterdi ve kesinlikle başarılı da oldu.
Azra Erhat’ın yaşamında önemli dönemeçlerden biri Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) ile ilginç biçimde karşılaşması, tanışması ve arkadaşlığıdır.
Batı uygarlığının kökenini Anadolu’da arayan, Anadoluyu uygarlıkların beşiği sayan, güneşin hep doğudan doğduğuna inanan ve bütün Anadolu kültürlerini bir bütünün parçaları olarak gören Halikarnas Balıkçısı ile ortak noktada birleşti. Bu ortak anlayış, Balıkçı ile aralarında özel bir yakınlığın doğmasına neden oldu.
Diğer bilim ve düşün insanları ile de çeviri çalışmaları yapan Azra Erhat, örneğin Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte de çeviriler yaptı. Eskil dönem yazarı Hesiodos’ tan yaptığı “Theogonia” ve "İşler ve Günler" adlı yapıtlar ve Hesiodos üzerine yaptığı araştırmalar, ancak 1977 yılında "Hesiodos, Eserleri ve Kaynakları" adıyla basılma olanağı bulabildi.
Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyuboğlu ve Azra Erhat ve yakın arkadaşlarının yazları bir araya gelerek Ege (Akdeniz demek belki daha doğru olur) kıyılarında yaptıkları deniz ve kara yolculukları "Mavi Yolculuk" adıyla tüm dünyaya tanıtmışlardır. Azra Erhat, kaleme aldığı ve mavi yolculukları anlattığı kitapları ile bu yolculukları ölümsüz kılan ve kesinlikle topluma mal eden insanlardan biridir.
Azra Erhat, o dönemde onulmaz, umarsız bir hastalık olarak tanınan kansere yakalanmış, bir dönem Londra'da tedavi görmüş, tedavisi sonuçsuz kalmış ve 6 Eylül 1982 tarihinde henüz daha 67 yaşındayken en verimli çağında İstanbul’da aramızdan ayrılmıştır. Mezarı, İstanbul-Üsküdar Bülbüldere Mezarlığındadır.
Nasıl Halikarnas Balıkçısı, yıl içinde kaybettiğimiz bir başka değrli rehber ve yazarımız Şadan Gökovalı’nın manevi babası ise, Azra Erhat ta manevi annesidir.
Azra Erhat’ın bir Anadolu insanı olarak, Atatürk’ü, yurdun kurtuluşu için attığı adımları ve gösterdiği çabaları göz önüne alarak, “İlyada” destanındaki iki kahramandan biri olan Hektor'a benzetmesi ve aralarında benzerlikler kurması bir dönem değişik çevrelerde tartışmalara ve eleştirilere neden olmuştur.
Yaşadığı sürece çok sayıda esere imza atan Azra Erhat,
Gezi yazıları olarak Mavi Anadolu’yu 1960 yılında, Mavi Yolculuk’u 1962 yılında, Karya'dan Pamfilya'ya Mavi Yolculuk kitabını 1979 yılında yayımlamıştır.
Denemelerini içinde topladığı “İşte İnsan-Ecce Homo” yu 1969 yılında, “Sevgi Yönetimi”ni 1978 yılında yayımlanmıştır.
“Mitoloji Sözlüğü” adlı kitabı 1972 yılında basılmış olup, günümüzde bile meraklıları için bir başucu kitabı konumundadır. Okumaya meraklı herkesin Anadolu’yu ve söylencebilimini özellikle Anadolu söylencelerini yerli yerine koyması için kesinliklle okuması gereken kitapların başında gelmektedir.
Azra Erhat, “Mektuplarla Halikarnas Balıkçısı” adını taşıyan kitabını 1976 yılında bastırmış ve kitapta Balıkçı’ya yazdığı tüm mektuplarını yayınlamıştır.
“Troya Masalları” adını taşıyan çocuk masalları 1981 yılında basılmıştır.
Eleştiri yazılarını “Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına” adlı kitapta, anılarını
“Gülleylâ'ya Anılar” adlı kitapta toplamıştır. “Düşün Yazıları, Halikarnas Balıkçısı” adını taşıyan kitabı da Halikarnas Balıkçısı adına yayıma hazırlayan Azra Erhat olmuştur.
Bu kitapların dışında Azra Erhat, çok sayıda kitabı dilimize çevirerek, bilim ve yazın dünyasına katkı koymuştur.
İzmirli ozan Homeros tarfından yazılan ve ilk epik destan olarak en çok satanlar ve en çok okunanlar listesinde önemli bir uyeri olan “İlyada” destanını A. Kadir ile birlikte 1967 senesinde, devamı olan “Odysseia” destanını yine A. Kadir ile birlikte 1970 yılında dilimize kazandıran da Azra Erhat olmuştur.
1977 yılında Sabahattin Eyuboğlu ile birlikte “Hesiodos, Eserleri ve Kaynakları” nı hazırlamıştır.
Yine Sabahattin Eyuboğlu ile birlikte Aristophanes’ten “Eşekarıları”, “Kadınlar Savaşı” ve diğer oyunları çevirmiştir.
Yine Sabahattin Eyuboğlu ile birlikte Aristophanes’ten “Lysistrata Kadınların Savaşı” kitabını çevirmiştir.
Sabahattin Eyuboğlu ve Vedat Günyol ile birlikte “Gargantua,”François Rabelais” çevirisini yapmıştır.
Sabahattin Eyoboğlu ile birlikte Platon’dan (Eflatun) “Şölen–Dostluk” kitaplarını, Yine Sabahattin Eyuboğlu ile birlikte Askyhylos’tan “Zincire Vurulmuş Prometheus” çevirilerini yapmıştır. Bu kitap ta kesinlikle okunacaklar listesine alınması gereken bir kitaptır.
Azra Erhat, pek çok çeviride beraber çalıştığı A. Kadir ile birlikte Homeros’tan “Tepegözlerin Mağarasında”, ayrıca yine A. Kadir ile birlikte “Yedi Deniz, Piri Reis” adlı çevirileri de yapmıştır.
Erhat Hocanın, tek başına yaptığı çeviriler de vardır. Örneğin, Antoine De Saint Exupery den “Savaş uçuşu”, Colette’den “Dişi Kedi”, yine Colette’den “Cicim” ve Homeros’tan “Gül ile söyleşi” kitaplarını tek başına çevirerek dilimize kazandırmıştır.
Azra Erhat’ın, A. Kadir ile birlikte yaptığı “İlyada” destanının birinci cildinin çevirisi, 1959 yılında Habib Törehan Bilim Ödülü’nü, aynı destanın üçüncü cildinin çevirisi, 1961 yılında Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazanmıştır. Her iki çevirmenin de İlyada çevirisindeki başarıları her türlü takdirin üzerindedir.
Gönül dostu insancıl bir yazar olan Azra Erhat, 1923 yılında, Cumhuriyet'in ilanıyla başlayan ve ellili yılların ortasına kadar süren Anadolu aydınlanmasının son seferberliğinde ekip halinde en ön sırada görev alan aydınlar arasında önemli bir konuma ve yere sahiptir.
Bu aydınlanma çağını başlatanlar sanatçılar arasında Sabahattin Eyuboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Vedat Günyol, Nusret Hızır, Orhan Burian, Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Nurullah Ataç ve daha niceleri vardır, ama Azra Erhat bir bilim insanı, gerçek bir düşünür ve çok başarılı bir çevirmen olarak 20. Yüzyıl Anadolu aydınlanması adına hangi taş kaldırılsa altından çıkan, silinmez iz bırakan insnalardan biri olmuştur.
“Tercüme Bürosu”, “Köy Enstitüleri”, “Halkevleri” denince akla gelen ilk isimler arasında da Azra Erhat adı hep ön planda olmuştur. Uygarlık düzeyini yakalama" hedefine yönelik bir seferberlikti.
**
Kaynağını doğrudan Mustafa Kemal Atatürk'ün: "Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım “bilim ve akıl”dır..." söyleminde bulan 20. Yüzyıl Anadolu Aydınlanması, yalnızca kentlerdeki okullar aracılığıyla gerçekleştirilebilecek, sınırlı ve ağır tempolu bir eğitim sürecini değil, fakat Köy Enstitüleri aracılığıyla ülkenin en uzak köy ve mezralarına kadar uzanacak bir eğitim seferberliğini öngörmüştü. Üstelik bu, salt okuma-yazma öğretmekle, yöresel ihtiyaçları karşılamakla sınırlı olmayıp, bütün enstitülere ortak hümanist (insan odaklı, insancıl) eğitim programları aracılığıyla gerçek anlamda "çağdaş 1940 yılında, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç tarafından başlatılan bu inanılması zor atılımın en büyük desteklerinden biri, aynı yıl yine bakanlık bürosunda oluşturulan Tercüme Bürosu eliyle çevrilecek kitapların Köy Enstitülerinin kitaplıklarına aktarılmasıydı. Üniversiteden hocası Sabahattin Eyuboğlu ve Nurullah Ataç tarafından bu büroya çağrılan Azra Erhat, hem kitap çevirileri yaptı, hem de Tercüme Bürosu tarafından hemen yayımlanmasına başlanılan Tercüme Mecmuası'nda çalışmıştır. Eğitime ve bilime katkısı yadsınamaz bir kişiliktir.
Bundan sonrası, Azra Erhat için artık sürekli bir aydınlatma seferberliği yolu olacaktı. Erhat'ın bu yolda giderek artan şevkini ne üniversitedeki görevine son verilmesi, ne de 12 Mart'tan sonra, Sabahattin Eyuboğlu ve Vedat Günyol ile birlikte hapse atılıp, aylar süren bir yargılamanın ardından “aklanması” kırabilmiştir. O katıksız bir yurtsever olarak, vatana hizmetten asla geri kalmamış, ödün vermemiştir.
Bugün, başta A. Kadir ile ortaklaşa çevirdikleri "İliada" ve "Odysseia" destanları başta olmak üzere, dilimize kazandırdığı onlarca çeviri eser ve deneme kitabı, Azra Erhat'ın imzasını taşımaktadır. Azra Erhat, Balıkçı’nın deyimiyle tam bir “Homeros bilgini”dir. Troya’yı bilen, Homerosu ve kitaplarını defalarca okuyan bir turist rehberi olarak Balıkçı’nın bu çok yerinde yargısına katılmamak mümkün değildir.
Homeros, “İlyada” ve “Odissea”yı yazdığı İsadan önce 8. ya da 7. yüzyıldan bu yana yani yaklaşık yirmi sekiz, yirmidokuz yüzyıldan bu yana uygarlık tarihinin en önemli adlarından biridir. Hakiki bir Anadolu vatandaşı olan Homeros’un yazdığı iki epik destan, dün olduğu gibi bugün de Batı dünyasının en önde gelen, en çok satan kitaplarından birini oluşturuyor. Bugün de öyle. Kimi uzmanlar, İncilden (Yeni Ahit) sonra en çok satan ve en çok okunan kitabın “İlyada” olduğunu söylüyorlar. İlyadanın yüzyıllarca değişik batı toplumlarında ders kitabı olarak okutulması da bir başka gerçek.
Homeros’un kimliği ve kişiliği de bu aşamada önemli. Azra Erhat, “İlyada” çevirisi için 1981 yılında yazdığı önsözde yazar Homeros için şöyle demektedir:
“… Homeros tartışması Platon (Eflatun) ile başlar.”
Azra Erhat’a göre Homeros, Yunan (İyon demek dah doğru olacaktır.YAS) dünyasında bütün inanışların babası konumundadır. Bu dünyada dile gelen ne varsa, ilk kez Homeros tarafından dile getirilmiştir. Yunanistan’da eğitimin Homeros destanlarının üstüne kurulmuş olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir, yani yalnız Atina değil, bütün Yunan devletleri Homeros’u bir çeşit kutsal kitap gibi, her türlü bilginin özü diye benimsemişlerdi. Yunan insanı, din olsun, politika ya da askerlik olsun, gemicilik ya da hekimlik olsun, çeşitli bilgileri öğrenmek için Homeros destanlarına başvurur, daha doğrusu A’dan Z’ye kadar ezbere bildiği bu destanları canlı bir kitaplık gibi içinde taşırdı…”
Unutmayalım ki, Aristo’dan ders alan ve tam bir Helen gibi yetiştirilen Büyük İskender (3. Aleksandır) bile her nereye giderse girsin, yanından “İlyada” adlı destanı eksik etmezdi. Ne zaman başı sıkışsa, onu okur, gerekli dersi çıkartırdı. “İlyada” kitabını altın muhafaza içinde saklar, hep yanında taşırdı.
İ.Ö. 8. ve 7. yüzyıllarda yaşayan İzmirli (Symrna=Eski İzmir(Bayraklı)) Homeros, kendisinden önceki bütün mitolojiyi “İlyada” ve “Odysseia” adlı kitaplarında belgelemişti.
Mitolojinin önemi, yalnızca tanrılar ve tanrıçalar dünyasıyla sınırlandırılmış değildi. Her toplumun mitolojisi, aynı zamanda o toplumun kültür tarihini de oluşturuyordu. Bunun asıl nedeni, henüz tektanrılı dinlerdeki soyut Tanrı kavramına ulaşılmadığı için, daha eski çağlarda yaşayan ve paganist (çok tanrıcı) insanların, tanrılar arasında olup bitenleri, kendi toplumlarındaki yaşamdan yola çıkarak ve tanrı ve tanrıçaları da insan biçiminde kurgulamalarından kaynaklanmaktadır. İşte bu nedenle, çoktanrılı dönemin tanrıları ve tanrıçaları “tanrılaştırılmış insanlar” ya da “insanlaştırılmış tanrılar” olarak nitelendirilmişlerdir. Tanrıların da tıpkı insanlar gibi zaafları, kin ve intikam duyguları, istekleri, arzuları, hırs ve ihtirasları vardır. Onlar da tıpkı insanlar gibi aralarında kavga etmekte, taraf tutmakta, zaman zaman da duygularına esir olmaktadırlar.
İnsanlık tarihinde binlerce yıllık zaman akışı içerisinde doğal ya da doğa üstü olayların gözlenmesinden, açıklamalar yorumlar yapılmasından oluşan ve genel kabul gören mitoloji (söylencebilimi), çeşitli inançların ve tanrılara yüklenen çeşitli görevlerin yanısıra, yeryüzünde olup bitenlere ilişkin bir gözlem, bir bellek özelliği de göstermektedir. Azra Erhat, İzmirli destan yazarı Homeros’u da yazdığı destanlar ve ele aldığı konular nedeniyle önemli bir bilgi kaynağı ya da kaynak kişi olarak algılamış, öyle de sunarak okurla buluşturmıuştur.
Gerçek birer başucu kitabı olan “İlyada” ve “Odysseia” destanları, yazar Homeros’tan önce başlayan ve Homeros’a kadar uzanan bir kültür tarihinin o zamana kadarki en önemli yazılı belgeleri konumundadır. İddia ile aşılamadığını da söyleyebiliriz.
Her iki destan da, içlerinde zengin bir geleneği belgelendirmiş olmakla kalmayıp, sadece geçmişi yansıtmanın ötesinde, bir temel oluşturarak, oradan hareketle geleceği de oluşturmuşlardır. Hala ilgi uyandırmalarının, önerilmelerinin temel nedeni de budur.
Homeros ve eserleri, biz Anadoluluları “eski Yunan dünyasının ürünleri” bizi ne ilgilendirir deyip görmezden gelemeyeceğimiz kadar yakından ilgilendirmektedir. Homeros’u Yunanlı saymak ve dışlamak, “İlyada” ve “Odissea”yı görmezden gelmek, yabancu sayıp dışlamak yanılgıların en büyüğüdür.
Her şeyden önce Homeros, bir Egelidir. Pek çok İyon kenti Homeros’u paylaşamayıp, kendi kentlerine mal etmeye çalışmaktadırlar. Ama en kuvvetli kanıt, onun Eski İzmirli (Symirnalı) olduğunu, destanlarını “Meles” nehri yakınlarında bulunan bir mağarada yazdığı şeklindedir. (İyonya, Batı Anadolu’dur. Başkanti Miletos’tur. Her iki destanın dili de İyon dilidir. Sonradan değişiklikler yapılarak, Yunanistan ön plana çıkartılarak (gönendirilerek) Grekçeye çevrilmiştir. YAS)
İngiliz tiyatro yazarı, Shakespeare’in “tarihin en görkemli savaşı” diyerek sözünü ettiği Truva Savaşı’nın son elli gününün anlatıldığı İlyada Destanı, bu topraklarda kaleme alınmış, İyon dilinde yazılmış ve bütün konusu İda dağı ve Truva olmak üzere Anadolu topraklarında geçmiştir. (Nokta.YAS)
Kimileri kör bir ozan olan Homeros’un bu derece zengin olayları tek başına dillendirmesinin de mümkün olmadığını ileri sürmektedirler. Kendisi yazsa da daha sözlü edebiyat ürünü olarak daha önce yazılanları ya da söylenenleri biriktirse de İzmirli ozan Homeros’un kaleme aldığı ve ölümsüz kıldığı her iki eser de son derece önemlidir. Kitaplarda kullanılan kültürel malzemenin nerdeyse tümü, günümüzde Anadolu’da ve üzerinde yaşadığımız topraklarda (Çanakkale yakınlarında Hisarlık tepede) geçmiş, bizden önceki Anadolu kültürlerinden izler taşıyarak günümüze ulaşmışlardır.
Her iki epik destanın da Türkçeye çevirileri, diğer çevirilerle karşılaştırıldığında büyük bir başarı olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni, Anadolu kültürüyle bağlantılı olmasından kaynaklanmaktadır. Dilimizde yer alan pek çok sözcük ya da ifadenin, doğrudan doğruya tarihte karşılık bulması, ortak hususlara sahip olması ili ilintilidir. DolayısıylaTürk insanı, geçte olsa Azra Erhat ve A. Kadir’in enfes çevirileri sayesinde hemşerileri Homeros ile tanışma olanağını bulmuştur. Anadolu kültürünün temel taşlarından biri olan Homeros ve yazdığı epik destanlar (kahramanlık destanları), yer yer kopuk olan halkaları birbirine bağlamıştır. Bağlamaya da devam etmektedir.
Yaşar Kemal, “Anadolu’daki epik gelenek, ozan Homeros’tan beslenmiştir, ya da Homeros’u günümüze taşıyan epik gelenektir.” Demektedir. Yazıyı bitirirken sorulacak soru şudur. Homeros’un Anadolu’da bıraktığı izleri Azra Erhat’tan sonra sürdürebildik mi, Anadolu’yu Anadolu yapan Homeros gibi kültür insanlarının bu aşamda değerini yeterince bildik mi? Yoksa hala sadece yurtsever oldukları için, sanat yaptıkları için, yurt sorunlarına karşı duyarlı oldukları, kimileri gibi vurdumduymaz davranmadıkları için huzursuz edilen, soruşturma geçiren, tutuklanan insnaların ülkesi olmaya mı devam ediyoruz. Yanıtı hep beraber biz bulacağız.
Not: Azra Erhat, günümüzde İstanbul’da Anadolu yakasında Üsküdar semtinde Bülbüldere Mezarlığı'nda bulunan aile mezarlığında son uykusunu uyumaktadır. Yazarın mezartaşı üzerinde yer alan seramik kuş, arkadaşı Füreya Koral'ın onu simgeleyen eseridir. Azra Erhat, "ölünce belki kuş olur, uçarım" diyerek Füreya Koral'dan bu kuşu yapmasını vasiyet etmiştir.
Bu kuşun, kanat açıp mavi yolculuklara giden kuş mu, suyun bu yakasından öteki yakasına barış mesajı taşıyan bir barış güvercini mi, dosta yazılmış içten bir mektup mu, yanık bir Anadolu türküsü, dokunaklı bir şarkı mı, bir vatan şiiri mi, Anadolu motifleri ile dolu rengarenk bir resim mi, varın siz karar verin. Birazda siz hayl edin. Ama Anadolu’yu Anadolu yapan bu sanat erini, Azra Erhat’ı güzel duygularla anın. Kitaplarını okuyarak, onu kalıcı kılın. Yurdıumu, yurdum insanını iyi tanıyın.
İDA DAĞINDAKİ IŞIK
Mavi bir ışık süzülür,
Yaz başında etraf tümden çiçeklenir,
İda Dağı’ndan aşağı süzülür ışık
İstikamet, Edremit Körfezi’ne doğru.
O ışık yağmuru dalga dalga iner,
mavi göklerden Akdeniz’e doğru,
yalar geçer ışık, ormanın yeşilini
Körfez, turkuvaz mavisine döner.
Homeros Dedenin “Işık Sahili” dediği yerde
Ateşler yanar birer birer kumsalın koynunda,
uykusuz bekleyen ölümsüz kadınlar vardır,
Kadınların çığlıkları Akdeniz’de yankılanır.
Rehberim ben,
Sık sık yolum düşer oralara,
binlerce yıllık tarihten döner başım,
onlarca kültürün içinde dolaşır,
Ege kıyılarından güneşin batışını seyrederim,
Hemşerim Homeros’un “Işık Sahili”dir orası,
Önce Işığa, sonra Denize doyarım.
Güneş, ölümsüzdür orada,
Gün boyu binbir renge bürünür,
Özgürüm ben, başımı alıp giderim.
Demokrasinin de beşiği Anadolu,
Anadolu’yu karşılıksız severim.
Mavi, duru, soğuk bir günün sabahında
Alır elime, İlyada destanını okurum,
Homeros’un dizelerinde Çoban Paris’le buluşur,
Dere tepe İda Dağı’nda dolaşır,
Her kime rastlarsam, Troya’dan konuşurum.
Dünyalar güzeli Helen, yeni gelmiş Troya’ya,
Kanlı bir savaşın çıkacağından habersiz
Eros yine yapmış yapacağını,
İçi titreyerek sevgiden
Prens Paris’i sarıp sarmalıyor,
Troya, kanlı bir kıyamete hazırlanıyor.
Önümde uzanan İyon Denizidir,
Renkten renge girer bir yandan,
Bir yandan umuda çanak tutar ufuk çizgisinde.
Denizde söylence kahramanları görünür.
Sayısız kahramana sahiptir Anadolu,
Anadolu kahramanlarıyla övünür.
İşte “Yatağan”, işte Mavi Yolcular,
Yine coşmuş Cevat Şakir,
Doluağız Anadolu’yu anlatıyor,
Elinde fırça ile Bedri Rahmi,
bir kaya bulmuş Fethiye kıyısında
gönlünce bir balık resmi çiziyor.
Ataları iz bırakmış, ondan önce,
boya ile fırça ile şiir ile
o da izlerinden gidiyor.
Tanrılar oturmuş Olympos Dağının tepesine
İnsan kılığında her biri,
aşk, nefret ve umut, hepsi onlarda
savaş çıkarmak, barış yaptırmak işleri.
Kim ölümlü, kim ölümsüz bilinmez İda’da,
ayrıntılar, bu kadar uzaktan görülmez.
Yangına körükle gitmek yerine
Tarihe yakından bakmak gerek.
Homeros’un doğduğu toprak,
benim de doğduğum toprak.
sayısı belirsiz uygarlık boy vermiş burda,
ne dil, ne din farkı gözetilmiş,
ne ırk, ne mezhep kaygısı,
ne de renk ayrımı yapılmış,
insanlar, binlerce yıl barış içinde
güllük gülistanlık bu topraklarda yaşamış.
Troya, bir dönem Grekleri
Bir dönem Roma’yı simgelemiş,
Bizans’ta Ayasofya çıkmış ortaya,
Troya tarih sayfasından silinmiş.
Fatih Sultan Mehmet önce Bizans’ı almış,
sonrası sıra Troya’ya gelmiş.
Fatih’in İmrozlu tarihçisi Kritovulos
Alıp eline kalemi fethe ilişkin şunları yazmış:
“Fatih, Homeros’u göklere çıkardı.
Tarihe ve kültüre sahip çıktı.
Şehrin düşmanlarını yendik,
Asyalılara yapılan tüm kötülüklerin
Hepsinin birden öcünü aldık.
Biz bu tarih ve kültürün asıl sahibiyiz,
Bu mirası ilelebet koruyacak olan da biziz.”
Anadolu aşığı bir rehberim ben,
Homeros’un “Işık Sahili”ne
bir Balıkçı merhabası gönderiyorum,
mavi bir esinti taşıyor İda’ya selamımı,
sabah çiği var bütün yapraklarda,
tanıdık gözlerle bakıyorlar etrafa,
Herakleitos’un ifadesiyle biliyorum,
“Aynı suda iki kere yıkanılmaz.”
Su değişiyor, ben değişiyorum,
kırık taşlar üzerinde yürüyorum,
öfkem kabarmış biraz, çalınmış tarihe üzülüp
zamansız çıkan dalgalara kafa tutuyorum.
Hele mermer yataklarını görünce güzelim İda’da,
Ormanları yakıp, altında altın arandığını gördükçe
İnanamıyorum aymazlığa, akılsızlığa
bedenen ve ruhen yoruluyorum,
Azra ana olup Anadolu’yu anlatmaya doyamıyorum.