Antalya’da Muratpaşa ve Demre dışında belediye başkan adayları belli oldu. 
Kendimi birden oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi hüzünlü ve mahsun hissettim. Öyle ya! Aylardır bu konu ile yatıp kalkıyorduk. Şimdi, bir hafta da Muratpaşa ile yatar kalkarız ve sonra o da biter.
İyisi mi biz, önümüzdeki seçim sürecinde nasıl belediye ve nasıl bir belediyecilik konularına kafa yormaya başlayalım.
Farkındasınızdır, son yılların gözde söylemi: ‘sosyal belediyecilik’. Özellikle pandemi, yangın, deprem vb. felaketler sonrasında yerel yönetimlerin önemleri açığa çıktı. Aslında yanlış da burada başladı. Çünkü aslında devletin, yani merkezi hükümetin yerine getirmesi gereken pek çok işlevi belediyeler üstlenmek zorunda kaldı. Çünkü devlet, beşli çete ile meşguldü, halkı ile ilgilenmeye vakit bulamadı. 
Burada bir parantez açıp, ‘sosyal belediyecilik’ kavramının ortaya çıkışını bir hatırlayalım. 1970’lerin sonlarına doğru belediyelerin temel belediyecilik hizmetleri (alt yapı, ulaşım, vb) yanısıra sosyal projelerini de gündeme getirmesi ile başladı. Örneğin, 1980 öncesi Ankara Belediyesi tanzim satış mağazaları (Tansaş) açarak, halka daha ucuz tüketim ürünleri sağlama yoluna gitti. Ya da yine Ankara Belediyesi, birikmiş gazete getiren okul çağındaki çocuklara Samet Behrengi, Yılmaz Güney kitapları dağıttı. Ben bu kitaplarla büyüyen kuşağım. 
Ancak bu çabalara ‘sosyal belediyecilik’ demek için henüz erkendi. 1989 yerel seçimleri sonucunda belediyelerin sosyal yaşama daha fazla dahil olması ile kavram gündeme geldi. Kavramın gündeme gelmesini sağlayan da, 1989 yerel seçimlerinde büyük bir başarı yakalayan SHP’li belediyelerdi. İstanbul’da Nurettin Sözen, Ankara’da Murat Karayalçın, Gaziantep’te Celal Doğan, vb. örnekler kavramı yaşamımıza soktu.
Bu noktada şu vurguyu yapmakta fayda var. Sosyal belediyeciliğin öne çıkmasını sağlayan temel olgu, 24 Ocak kararları ve uygulayıcısı Turgut Özal politikaları nedeni ile ekonomik yaşamdan çekilmesi ile oluşan yoksulluğa karşı bir çare olarak görülmüştü.
2000’ler ile birlikte AKP’nin iktidarda kalabilmek için yoksulluğa, yoksulluğu devam ettirebilmek için de belediyelere ihtiyacının olduğunu fark etmesi ile sosyal belediyecilik, ‘yönetilebilir yoksulluk’ için en önemli araçlardan birisi haline geldi. Belediyeler eli ile ‘sosyal yardım’ adı altında üretimden koparılan toplum kesimlerinin gelişmek için ihtiyaç duyduğu başta eğitim olmak üzere alanların daraltılması, buna karşılık yapılan yardımların bir ‘nimet’ gibi sunulması, sosyal belediyecilik kavramını, sosyal dilencilik boyutuna taşıdı.
Özetle, 1970’lerde sosyal demokrat politikanın bir ürünü olarak yaşamımıza girmeye başlayan, 1990’larda da SHP belediyeleri aracılığı ile kendisine alan açan sosyal belediyecilik, AKP döneminde, pekçok kavram ve uygulama gibi, içi boşaltıldı ve yoksulluğun yönetilmesi için bir araç haline geldi.
Bugün geldiğimiz noktada artık öne çıkarılması gerek konu sosyal belediyecilik değildir ve olmamalıdır. Bu kavramın gündemden düşürülmesi, aynı zamanda belediyecilik konusunda AKP ile aradaki farkın da ifade edilmesi anlamına gelecektir. 
Peki sosyal belediyeciliğin yerine ne konacak?
Bunu da dün aday tanıtım toplantısı yapılan Gündoğmuş’ta gördük.
CHP Gündoğmuş Belediye Başkan Adayı Nurettin Sönmez yaptığı konuşmada üç başlığı öne çıkardı:
Toplumcu, katılımcı, halkçı belediyecilik.
Toplumun çıkarını önceleyen, kamu kaynaklarını bu çerçevede değerlendiren; bu kaynakların kullanımı için yine halkın katılımını sağlayarak ortak karar alma mekanizmalarını işleten ve bütün bu uygulamalardan elde edilen maddi, manevi çıktıları yine halkın eşit erişim ve bölüşümünü sağlayan bir belediyecilik anlayışı.
Dün Nurettin Sönmez’in sunumunu izledikten sonra, bunları yeniden yaşamımıza kazandırdığı için Nurettin Sönmez’e teşekkür ettim. Çünkü artık toplumda futbol takımı tutar gibi holiganist parti taraftarlığına değil, toplumcu, katılımcı, halkçı siyaset üretme modellerine ihtiyacımız var.