31 Mart yerel seçimleri için geçici aday listeleri askıya çıkarıldı ve sürecin sonuna yaklaşıldı.
Partilerde bir iki değişiklik dışında, önümüzdeki beş yıl Antalya’yı yönetecek kadrolar belli
oldu.
Belli oldu olmasına da elbette herkesin gönlüne göre çıkmadı bu listeler. Herkesin
beklentisinin karşılanamadığı bu durumların ardından tartışmaların olması da kaçınılmaz.
Kaçınılmaz olduğu kadar da doğal.
Özellikle yerel seçim öncesinde, bireysel olduğu kadar, kurumsal beklentiler de en üst
düzeye çıkıyor. Bu kurumsal beklentiler iki noktada toplanıyor.
Birincisi, özellikle kent süreçlerinde etkin olarak bulunan (planlama, çevre, vb.) ve kent
yönetiminde uzmanlıklarından faydalanılan başta meslek örgütleri olmak üzere kurumlar... Bu
kurumlara, ister yönetimde olsunlar, ister olmasınlar kentin her karar noktasında ihtiyaç var.
Çünkü kent yönetiminin bilimsel temelini bu kurumlar oluşturuyor. Bu nedenle de bu
örgütlerden, siyaseti seçerek kent yönetimine talip olan her isim anlamlı ve kıymetli oluyor.
İkincisi ise daha çok kimlik siyaseti ile kent yönetiminde yer almaya çalışan yapılar ve
kurumlar. Şurası kesin ki toplumsal bütünü oluşturan her kimliğin kendisini özgürce yaşama,
ifade etme, vb. hakları mutlaka olmalıdır. Bu anlamda da kent yönetiminde söz sahibi olmak
istemeleri son derece doğaldır. Bu süreçte, kendilerini ait hissettikleri kimlikler için politika
üretme, bu politikaların yaşama geçirilmesi gibi konularda etkin, katılımcı bir süreç işletilmesi
için siyaset sahnesinde bulunmaları gerekiyor.
Ama bir durum var ki, olay kimliklerin kendilerini ifade etme, politika üretme, yaşama geçirme
boyutunu aşıyor. O da yerel siyasette karar alıcı noktalara isim dayatma.
Bunun örneğini geçtiğimiz günlerde yaşadık. Bazı kurumlar, belediye meclis listelerinde kendi
istedikleri aday olmayınca, ‘falanca’yı desteklemeyeceğiz’ minvalinde açıklamalarla, adayları
tehdit noktasına geldiler.
İşte bu noktada, “Bir dakika” demek gerekiyor.
Çünkü bu tür bir dayatma, kimliğini temsil ettiği iddia edilen kurumların samimiyetini
tartışmaya açıyor. Konu, bir politika üretme ve yaşama geçirmeden çok, isim dayatma
noktasına geliyor. Bu doğal olarak tepki topluyor ve temsiliyet tartışması başlıyor.
Hele de aday gösterilen isim bir listede kendisine yer bulamayınca anında başka bir partiye
geçerse samimiyet hepten zarar görüyor.
Bu nedenle, kimlik siyaseti yapan kurum ve kadroların, temsil ettikleri kitleleri, politika
üretmek yerine, bir takım kişilere siyaset kariyerinde merdiven haline getirmemeleri
gerekiyor.
Aksi takdirde, dert üzüm yemekten çıkıp, bağcı dövmeye dönüşüyor.