5 Şubat, laiklik ilkesinin Anayasa’da yerini almasının yıldönümüdür. O laiklik ki; ilericiliğin, çağdaşlığın yapı taşıdır. Cumhuriyetin taşıyıcı kolonudur. Laikliğin vücut bulması gereken en önemli alan ise eğitimdir. 
Bugün eğitim, cemaatlerin, tarikatların yoğun saldırısı altında. Gün geçmiyor ki, okullarda laiklik ilkesini ayaklar altına uygulamalardan birisi gündem olmasın. 
Bu nedenle bugün, eğitimde laiklik uygulamasının temelini oluşturan ve Devrim Kanunları’nın en önemlilerinden birisi olan Tevhid-i Tedrisat yani Öğretimin Birliği Kanununa bir bakalım. 
3 Mart, Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin uygulama ayakları olan devrim kanunlarından ilkinin ve en önemlilerinden birisinin, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretimin Birliği Kanunu) kabul tarihidir. Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, 1924 yılında kabul edilen bu kanun ile Cumhuriyet’in rotası belli olmaya başlamıştı. Bu kanunu, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, harf devrimi, kılık kıyafet devrimi, Medeni Kanun gibi uygulamalar izleyecek, bu sürecin sonunda da 1937 yılında laiklik Anayasa’ya girecekti.
3 Mart’ta 430 kanun numarası kabul edilen Öğretimin Birliği kanunu sadece o güne kadar birbirinden farklı merkezlerden koordine edilen eğitimi devletin kontrolünde Milli Eğitim Bakanlığı tekeline almakla kalmıyor, aynı kanun maddesinde Şeriat ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak, Diyanet İşleri Başkanlığı; Erkan-ı Harbiye Nezareti kaldırılarak da yerine Genelkurmay Başkanlığı kuruluyordu. Özetle, din ve ordu kurumlarının devlet ve siyaset üzerindeki etkileri azaltılıyordu.
Bu kanunun ardından gelen diğer kanunlar özü itibarı ile laiklik ve çağdaşlaşmayı yerleştirmeye ve pekiştirmeye çalışan uygulamalar oldu.
Geçtiğimiz günlerde 28 Şubat ile ilgili yazılar gündeme geldi ve başta iktidar olmak üzere çok çeşitli çevrelerce 28 Şubat yerden yere vuruldu. Demokrasi adı altında yapılan bu eleştiriler içinde ordu düşmanlığını barındıran söz oyunlarından başka bir şey yoktu. Çünkü 28 Şubat ister ‘post’ ister ‘arkaik’ bir darbe değildi. Devletin Anayasal bir parçası olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, devletle ilgili görüş ve önerilerini ilettiği bir araç olan Milli Güvenlik Kurulu’nda düşüncelerini dile getirmesidir. Ne 12 Mart gibi bir muhtıra ne de 15 Temmuz gibi bir kalkışmadır. Silahlı Kuvvetler, meşru bir zeminde düşüncelerini açıklamıştı. Bu düşünceler kurulda kabul görmüş, karara dönüşmüştü.
Peki ne vardı bu kararlarda.
Toplamda 18 Maddeden oluşan 28 Şubat kararları, zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasını, Kuran kurslarının devlet kontrolüne alınmasını, cemaat ve tarikatların kapatılmasını, kılık kıyafet yasasının uygulanmasını istiyordu. Kısaca, laikliği istiyordu, devrim kanunlarının uygulanmasını istiyordu.
Bugün geldiğimiz noktada, 15 Temmuz’u yaşadıktan, devlette cemaat, tarikat yapılanmalarını gördükten, eğitimdeki çok başlılığı gözlemledikten, kısaca AKP iktidarında yaşadıktan sonra insan sormadan edemiyor.
28 Şubat haksız mıydı?