İnternetin, e postanın, kısa mesajın, whatsapp’ın olmadığı yıllar. İletişim, analog telefonlar üzerinden yürütülüyor. Kalıcı iletişimin aracı hala mektup ya da kartpostal. Anılar, üzerine mürekkep dökülen A4 ya da A6 kağıtlara emanet ediliyor.
Oldum olası mektup yazmayı çok sevmişimdir. Bunda en önemli faktör şüphesiz, kör olan anne ve babamın sıla özlemlerini mektup ve kartpostal üzerinden giderme çabalarının tanığı ve uygulayıcısı olmam. Başlarda onlar söyler, ben kâğıda dökerdim. Zaman ilerleyip de cümle kurma becerim geliştikçe, onların söylemesine gerek kalmadan ben yazıyordum artık onların duygu ve düşüncelerini. Söylenen sözcükleri kağıda işleyen olmaktan çıkıp, duyguları okuyana aktaran bir kimliğe bürünmüştüm. Bu gelişimin ödülü de annemin bana, Bülent Ecevit’in de kullandığı daktilo markası olan ‘Erica’ daktilo hediye etmesiyle sonuçlanmıştı.
Gel zaman, git zaman benim de mektup yazacak arkadaşlarım olunca, daktilonun değil de el yazısının insani tarafını keşfettim. Daktilo ile yazılan mektuplara, harflerin kağıda geçmesini sağlayan daktilo şeridinin konusu siner, katlanmış kağıdı açtığınızda buram buram şeritten sızan mürekkep kokusu yayılır. Bu koku, mektupla aranızdaki samimiyeti bitiren bir hava yaratır. En çok da devleti temsil eder. Çünkü devletten gelen tebligatlarda bulunur. Bu nedenle kişisel olarak gelmiş bir mektupta bu kokuyu aldığımda, birden mektubun kişiselliğini kaybediyordum. Sanki bana değil de herhangi birine yazılmış bir tebligat gibi hissediyordum.
Bu yolculuk beni zamanla dolmakalemle tanıştırdı. Dolmakalemin ucunun, harfleri oluştururken çıkardığı belli belirsiz ses, ara ara mürekkebin akmamasından kaynaklanan, harflerdeki küçük kesintiler, mektuba çok başka anlamlar katmaya, mektubun muhatabına daha da ‘ben’ olarak yazdığımı fark etmeme neden oldu. Bunun sonucunda da kendime kural koydum. Mektup yazacaksam, dolmakalemle yazacağım.
Dolmakalem denemelerim beni, dolmakalemlerin de birbirinden farklı olduğunu, hepsinin ayrı bir karakteri olduğu bilgisine ulaştırdı ve sonuçta mektup yazmak için özel bir dolmakalem seçtim.
‘Scrikss’
19 Mart yerel yönetimlere darbe süreci başladığında tanıdığım, sevdiğim insanlar tutuklanmıştı. Onlara, “ben sizinleyim, yanınızdayım” demek istiyordum. Bunun da tek yolu mektuptu. Ebru’nun bana 5 yıl önce hediye ettiği Scrikss dolmakalemi tekrar çıkardım. Hatta, yazdığım ilk mektuba, Necati Özkan’a, “Abi, hatırlayamadığım kadar uzun bir süreden sonra bana tekrar dolmakalem kullanma güzelliğini yaşattığın için teşekkür ederim” cümlesi ile başladım.
Ez cümle, bu kadar lafı niye ettim?
Geçenlerde elime bir mektup geçti. Tam da şarkıdaki gibi, “çok uzak yollardan koştum geldim” dercesine.
Tam 23 yıl önce yazılmıştı. Hem de Antalya’dan, başka bir Antalyalıya.
Yaşı yetenler hatırlayacaktır.
Cumhuriyetin 80. Yılında, “Cumhuriyetin 100. Yılına mektup” adından bir kampanya düzenlenmişti. Düzenleyen, daha o zaman bölünüp parçalanarak Katarlılara peşkeş çekilmemiş olan PTT; Posta, Telefon, Telgraf Kurumuydu.
Herkes, 20 yıl sonrasına mektup yazıyor, o günden, bugünkü Türkiye’yi hayal ediyordu. Büyük ihtimalle bugün bu hayallerin tamamına yakını hayal kırıklığına dönüşse de o gün için geleceğe umutla bakma, hayal kurma adına çok başarılı bir projeydi.
Elime geçen mektup, işte bu kapsamda dönemin Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Bekir Kumbul’dan, 2023 Antalya Büyükşehir Belediye Başkanına yazılmıştı. Bekir Kumbul, 2023 yılında nasıl bir Antalya görmek istediğini, kendi vizyonunu da işin içine katarak aktarıyordu. Her ne kadar daktilo yazısı içerisinde resmi ifadeler de olsa mektuptan etkilenmiş, kendimin 30 yıllık yanlışını düzeltmiştim.
Daktilo ile yazılsa ve resmi de olsa mektup kişisel olabiliyormuş.
Mektubun görselini yine bu sayfada görüp, siz de okuyabilirsiniz. Dilerim siz de bana katılırsınız.
Ve, özellikle gençler için, mektup yazacak ve mektubunu özlemle bekleyecek dostlarınız olur.