Ülkede ve dünyada olup bitenlerin doğrusunu öğrenmek için internete başvuruyoruz. Telefonu açar açmaz da en çok ölüm haberleri yolumuzu kesiyor. Onları yanıtlamadan geçemiyoruz. Söylene söylene “Başın sağolsun”a dönen “Sağalmak” sözcüğü kaybolmuş. Ben yine de ısrarla “Başınız sağalsın” demek istiyorum ama başımız sağalmıyor bir türlü, yine yine ölüm, cinayetler çevremizi sarıyor. Toplum çıldırmış sanki. Artık insanlar bu acılı haberleri birbirlerine söylemekten ya çekiniyor, ya bıkıyor ya da (bu en kötüsü) ölüme alışıyor. Alışmak bizi uçurumdan aşağıya iter, insanlığımız zora, dara düşer.
Üniversitenin bahçesinde bir çocuk işçi öldürülüyor. Suçu kadın olmak. Kadın olunca, bir sahip çıkıp yaşamını elinden kolayca alıveriyor. Bu olaya çığlık atan sadece duyarlı kadınlar oluyor, yani feministler. İçine ateş düşen de elbette o çocuğun ailesi oluyor. Ve hemen unutuyoruz, yeni yeni kadın cinayetleri haberleri önümüze düşüyor. Onun için çığlık atamadan bir başka cinayeti duyuyoruz, başımız dönüyor, öfkemiz dağlara yükseliyor.
Yazları geldiğim bu küçük ilçeden, komşu ilçeye Perşembe toplantılarına katılmaya başladım. Öyle ya bilenin susması en büyük suçtur, bu suçu yüklenmek istemiyorum. “Toplumsal cinsiyetçilik ve kadına karşı şiddeti” o topluluğa anlattım. Dikkatle dinlediler, hatta videoya çektiler. Konuşmam bitince sıra onlara geldi. Hakim olduğunu söyleyen bir erkek “Ben kadınların miras almasına karşıyım” dedi. Bir de imam vardı aramızda o da “Ben de karşıyım” dedi. Bir kadın öğretmen söz aldı. “Erkekler, testesteron yüzünden bu şiddetleri ellerinde olmadan yapıyorlar,” demez mi? Yapacağım, söyleyeceğim sözün kalmadığını anladım ve orayı terk ettim. Hâlâ onlar adına ve elbette toplum adına üzülüyorum. Demek ki ülkemizde kadına karşı şiddetin ve cinayetlerin önlenememesi boşuna değil. Yazık ki ne yazık.
Oysa ben “İvedilikle kadın- erkek eşitliği bakanlığı kurulmalı. Eşitliği sağlayamazsak, bu cinayetleri de şiddeti de azaltamayız,” diyorum. Meğerse ben ne kadar uçuk şeyler söylüyormuşum. Biz daha eğitimli olanlara bile yeterince eşitliğin önemini anlatamamışız. Oysa 1979 yılında CEDAW anlaşmasıyla, “Kadın- erkek eşitliğini” sağlamak için dünyaya söz vermişiz ve bu anlaşmayı imzalamışız. O zamandan beri değil eşitlik sağlamak, şiddet ve kadın bedeni üzerinden politikaları çoğaltmışız. Kadınlar ve çocuklara sahip gibi davranmayı kültürümüze yerleştirmeye çalışmışız. Oysa insanın sahibi olur mu?
Artık her gün kadın ve çocuk ölümü listesi okumak, sabah kahvaltılarını, haberleri dinlerken gözyaşıyla yapmak istemiyoruz. Elbette gözyaşı acizliğimizden değil, insan olmanın gereğidir. Ama hangi sorumlu, hangi duyarlı yapacaksa bu şiddete dur demeyi üstlensin. Dünyanın yükünü omzunda taşıyan, nüfusun yarısı olan, diğer yarısını da doğuran, bu yaşama dayanabilmek için her gün kendini yeniden üreten kadınları görmeye başlasın. Gün aydın olsun ve aydınlansın artık, yeter! “Başımız sağalsın” sözü yerine gülümseyen sözler kuralım.