İklimdeki değişikliğe ve küresel ısınmaya dikkat çekebilmek, bu konuda kamuoyunda farkındalık yaratabilmek için her yıl 15 Mayıs günü Dünya İklim Günü olarak kutlanıyor.

Antalya’da da Ekosistem ve İklim krizi konularının söyleşi, forum, sempozyum, konser gibi toplantı ve etkinliklerle sıklıkla ele alınır hale gelmesi, düşünmeyi ve tartışmayı sağlaması, nasıl önlem alınması gerektiği konusunda tutum geliştirme çabaları elbette sevindirici.

Ama belirtmek gerekir ki yerel bazda göze çarpan bu etkinlik konuları iklim ve doğa bilimcilerinin 50 yıldan uzun bir süredir dünya kamuoyunda ve çeşitli alanlarda çok çeşitli yönleriyle dikkat çektikleri, tartışılmasını sağladıkları ve bütünlükçü, kapsamlı ve radikal tedbirlerin bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğine ilişkin çağrılarda bulunmaya devam ettiği de ayrı bir gerçeklik.

Ne yazık ki gecikmenin “ölüm” anlamına geldiği, artık kapılarımızdan içeri girmeye başlayan felaketlerin daha sıklıkla ve daha yaygın acı sonuçları/maddi manevi zararlarıyla yaşanmaya başlanması, alınması gereken tedbirlerin önemini/hayatiyetini artırıyor.

Yukarıdan aşağıya sıklaşan toplantılar, uluslararası bildirgeler, sözleşmeler, taahhütler ve devletler düzeyinde teşkilat şemalarında gündeme gelen değişiklikler, İklim Değişikliği Bakanlığı, Genel Müdürlük, Şube Müdürlüğü kadroları silsile halinde yerel yönetimlerde de kendini göstermesi boşuna değil elbet.

Ancak bu sürecin bütün bir toplumu ve kamu maliyesini ilgilendiren bir başka boyutu daha var. Küresel ölçekte oluşturulan fonlarla birlikte, ulusal ve yerel düzeyde de bundan yararlanma şartları oluşturulmak isteniyor. Küresel ısınma önlemleri olarak gerçekleştirilmek istenen teknolojik değişimlerin üretimi ve serveti artırırken ve bu artışın mevcut egemen aktörlerde toplanması istenirken, neden olacağı yoksullaşma, yeni çevresel olumsuzluklar görmezden geliniyor.

Örneğin, Antalya Büyük Şehir Belediyesi’nin Avrupa Birliği Fonu ile yer aldığı Horizon 2020 MAtchUp / akıllı şehir projeleri de bu kapsamda yürütülüyor.

Hatırlanacaktır, kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi, ticarileştirilmesi konusunda önerilen model kabul edilmeden AB fonlarından yararlanma imkanı tanınmıyor. 1990 yıllarındaki alt yapı ve içme suyu yatırımı için Avrupa Yatırım Bankası ve Dünya Bankası şartları ile temin edilen kredi de aynı amaca hizmet etmişti. Böylece Antalya’nın alt yapısı ve su işletmeciliğinde o günlerden bugüne piyasa şartları esas alınıyor. Kentin Hafif Raylı Sistem yatırımında kullandığı kredi şartları da bunu gerektiriyor. Sahillerimizin kullanımları, kamusal alan tahsisleri, yap işlet devret modelleri hepsi kamusal kaynakların piyasaya transferi amacına yönelik, sermaye hareketinin kendini yeniden üretmesi, şirketlerin/ özel kişilerin zenginleşme aracı olması amacını taşıyor. Kamusal çıkarlar, yurttaşların ortalama alım gücü ve kamusal alanlardan ve kamusal hizmetlerden serbestçe yararlanma imkanları düşünülecek en son seçenekler arasında yer alıyor.

Bu durum merkezi yönetimden başlayarak yerel yönetimlere kadar yapılanma ve hizmet anlayışının özünü oluşturmaktadır.

Şimdilerde Antalya Büyük Şehir Belediyesi küresel ısınmaya yönelik alınacak önlemler, geliştirilecek alternatiflerin tespiti, uygulanması ve takibi işleri için kullandığı fon da şirketlere transfer etmek şartıyla kullanabiliyor.

Anlaşma yapılan şirketler (Sampaş, Demir Enerji, Taysim) ve ayrılan bütçe ile alt yapı, enerji, su, aydınlatma, çevre, güvenlik, sağlık, akıllı ev ve entegre teknoloji çözüm uygulamalarında yer alacak üretici/tedarikçi/taşaron şirketler son birkaç yıldır bu pazarda pay kapmanın arayışı içindeler.

Yerellerdeki küresel ısınmaya yönelik hareketlenmeleri, bu çerçevede değerlendirmek çok daha sağlıklı ve gerçekçi olacaktır. Zira, Antalya’nın da diğer kentlerimizin yerel yönetimi ve yerel belirleyicileri gibi devletin ekonomik ve siyasi yasalarınca belirlenen politikaları yansıtan ve ekonomik gelişmeler üzerinde etkide bulunması istenen bir bütünün/ aynı angajman ve bağımlılık ilişkilerinin parçalarıdır. Bu bakımdan mevcut devlet yapılanmasından ve işleyişinden bağımsız ele alınmaları mümkün değildir.

O nedenle, merkezi yönetiminin konu ile ilgili yeni düzenlemelere yönelik adımlar atmaya başlaması ile birlikte, yerellerde de, iklim krizi kavramları ile tanışma, uyum sağlama, nelerle karşılaşılacağı hakkında değerlendirmeler yapma ve iş çevreleri için de bu pazarda yerini alma ihtiyacı/konsepti içinde yürüyen bir hareketlilik söz konusu olduğunun altı çizilmesi gerekiyor.

Tam da bu nedenlerle küresel ısınma sorununun tek başına mevcut statükonun belirleyicileri, takipçileri ile ele alınamayacağının ifade edilmesi, başka bir hayatın mümkün olduğunun mücadelesi içinde yer almanın kaçınılmazlığını savunmak gerekiyor.

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporunda da belirtildiği gibi tüm insanlığı/yerküreyi/ gezegeni kapsayan bir var oluş mücadelesiverilmesi gerekiyor.

Bu mücadele, iklim sorunlarına neden olan mevcut siyasi/ekonomik yapının aktörleriyle sürdürülmesini savunan anlayışların/çevrelerin beklentileriyle başarıya ulaşma şansı olabilir mi ?

Başka bir deyişle küresel ısınmanın asli faili olan bu aktörler, yani kamusal faaliyetleri piyasa koşullarına göre yürütmek üzere yönlendirilen kamusal kuruluşlar ile her türlü kamusal faaliyeti yalnızca birer zenginleşme aracı olarak ele alan şirketler, küresel ısınma(ma) hareketlerinde ne kadar etkin ve kalıcı olabilirler ve ne kadar toplumsal ihtiyaçları bütünlükçü bir yaklaşımla kamusal çıkarlarımızı esas alarak hareket edebilirler ?

Sorgulanması, yanıtlanması gereken öncelikli sorular bunlardır. (Antalya’nın Küresel Isınma Çıkmazı” başlıklı değerlendirme ile devam edecek)