Antalya’da bugün turizmden, kültür ve sanattan ve hatta eğitimden söz ediyorsak, bunda “Tüzün” soyadının ayrıcalıklı yeri vardır. Bu iki kere iki dört kadar kesindir. Önce baba Fuat Atalay Tüzün’den başlamak gerekir söze. Aslında Almanca öğretmeni olan Atalay Bey, hepimizin örnek aldığı bir eğitimcidir. Atalay Tüzün’ün babası Ahmet Tüzün, -Ahmet Tüzün adını dedesiden almaktadır-, Mustafa Kemal ilkokulu müdürlerindedir. Antalya’da eğitime ve Halkevleri’ne emek vermiştir.

*

Antalya’da turizmin ayak sesleri duyulurken, adı ön safhada yer alan, İl Turizm Müdürü olarak yolu açan, doğru kanalize eden, sonrasında Almanya’ya ataşe olarak giden, orada da güzel işlere imza atan, bu arada iki oğlunu da orada okutan, bilime, sanata eğitime gönül vermiş, bir ağabeyimizdi Atalay Tüzün Bey.

*

Rehberlik dönemimizde ve Antalya Koleji’nde öğretmenlik dönemimizde erişebildiği her alanda çevresine yardımcı olan, iyilikseverliğin tadını çıkartan, mükemmel bir insandı Atalay Tüzün. Gözlemlerimiz hep öyleydi.

Atalay Tüzün, büyük oğlu Ahmet Tüzün’ün evlilik töreninde .

Eğitimin değerini bilen, önemseyen öğretmen kökenli biri olan Atalay Tüzün, her iki oğluna da çok iyi eğitim aldırmıştı. Kolejde iken Münich Belediyesi ile yazışmalar yapılarak karşılıklı bir öğrenci mübadelesi gerçekleştirilmiş, Kolej öğrencilerine yurt dışını görme, yeni alışkanlıklar edinme olanağı sağlanmıştı.

Atalay Bey’in ve o dönemde öğrencimiz olan Kemal Tüzün’ün çabası sonradan her yıl tekrarlanan bir gelenek haline gelmişti. Onlar sayesinde Antalya’ya yeni bir ufuk açılmıştı.

*Doğrudan konumuzla ilgili değil ama, Almanya’ya giden ilk grubun başındaki iki öğretmenden biri bendim. Atalay Beyi’n küçük oğlu Kemal ile Münich eyaleti eğitim bakanı Albert Lochinger’i makamında ziyarete gittiğimizde, bakan Lochinger, uzun süren sohbetin ardından, bana dönüp, “Kemal, ne güzel bir eğitim almış burada! Keşke bizim çocuklarımız da (Alman çocuklarını kastediyor) onun kadar iyi dil bilse, kendini onun kadar iyi ifade edebilseler!” demişti. Öğrencimizle gurur duymuştuk. Kemal, sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi ve yurt dışında değişik elçiliklerde çalışarak emekli oldu.

*

Bir başka alanda zirve olan Ahmet Tüzün’e gelince, onun Almancası da çok iyiydi, nitelikli eserleri dilimize kazandırarak bunu kanıtlamıştı. Bilgisi ve görgüsü ile anadilini de, yabancı dili Almancayı da çok iyi özümsemiş, içselleştirmişti. Kültürü de yakından tanıması ve çok okuması, onun aydın olarak ayırıcı özelliği idi. Öncelikle babalarına yakışır biçimde “Tüzün”soyadının hakkını veren, belleklere kazıyan üstün nitelikli çocuklardı. Abi-kardeş, her ikisi de öyleydi.

*

Ahmet Tüzün’ün, varoluş nedeni olan babasına saygısı, sevgisi büyüktü. Sınırsızdı bile diyebiliriz. Onu kaybettiğinde duygu ve düşüncelerini şöyle dile getirmişti: “En yakınınızı kaybettiğinizde yarattığı boşluğu duyumsamanız zaman alıyor. Dostlarınızın, arkadaşlarınızın dayanışması, acınızı paylaşmaya gelenlere karşı güçlü durma çabanız erteliyor gidenle baş başa kalmayı. Günlük yaşam kendini yeniden dayatınca, olağan akışına girince anlıyorsunuz yavaş yavaş. Nasıl bir boşlukla karşılaştığınızı. Gariptir, yıllar geçtikçe o boşluğun yok olacağını düşünüyorsunuz. Oysa, daha da büyüyor, yükü ağırlaşıyor.”

*

Doğrusu, erken yaşta ölümünün ardından Ahmet Tüzün, belki çok sevdiği, saydığı babasına kavuştu, ama yaptıkları ile yazdıkları ile, Antalya’da kültür ve sanat adına koyduğu olumlu katkılarla Antalya’yı gerçek bir entelektüelden, bir düşünce ve sanat adamından mahrum bıraktı. Ardında büyük boşluk bıraktı.

*

Oldukça uzun bir girişten sonra konumuz kültür-sanat ve gerçek bir sanat sevdalısı Ahmet Tüzün olduğu için oraya yönelelim:

*

Ahmet Tüzün, aslında bir Antalya çocuğu.1958 yılında Antalya’da dünyaya gelmiş. İlkokulu da doğduğu kentte tamamlamış. Babasının yurt dışı görevi nedeniyle, Orta ve Lise eğitimine Almanya’da devam etmiş, kendini orada geliştirmiştir.

*

Lise sonrasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne giren Ahmet Tüzün, (1977) 1979-1981 yılları arasında DAAD Bursu alarak, konuk öğrenci sıfatıyla Münich Üniversitesi’ne devam etmiştir. Orada Almancasını daha da ilerleterek, 1982 yılında fark derslerini vererek Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı, Tiyatro Tarihi Bölümlerinden mezun olmuştur. Aynı yıl içinde, “Alman Edebiyatı’na Berlin Duvarı’nın Etkileri” adlı Yüksek Lisans çalışmasını da tamamlamıştır.

*

Ahmet Tüzün’ün Türkçe’den Almanca’ya çevirdiği üç kitabı vardır. Antalya Müzesi yayınları arasında çıkan çeviri kitapları, “Jale İnan’a Saygı: Perge Kazıları, Antalya Müzesi Tarihçesi ve Heykelleri gibi tanıtıcı yönü ağır basan kitaplardır. İçerikleri de hayli yüklüdür. Bu kitapları ile Ahmet Tüzün’ün bir biçimde Antalya’nın tanıtım elçiliğine soyunduğu söylenebilir. Doğal olarak çevirileriyle Antalya’nın yurt dışında da tanıtımına katkı koymuştur. (Kitaplarını okumuş biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim.YAS)

*

Ahmet Tüzün’ün Edebiyat ve eleştiri yazıları ve şiir çevirileri, “Yeni Biçem, Mühür, Mor Taka, Şiiri Özlüyorum, Şair Çalışıyor, Yom Sanat, Tömer Bursa, Tömer Antalya (Mavi Portakal) Bahçe, Etken, Simge, Yeni Düşlem” ve “Oluşum” gibi dergilerde yer almıştır.

*

Kendisi, Antalya Sanatçılar Derneği (ANSAN), Edebiyatçılar Derneği, PEN, BESAM, Özerk Sanat Konseyi üyeliği yapmıştır. Ayrıca, 1998 yılından başlayarak uzun süre Altın Portakal Şiir Ödülü ve Sempozyum’u Yürütme Kurulu Üyeliği görevini üstlenmiştir. Her yıl düzenlenen bu etkinlik çerçevesinde yayımlanan sempozyum kitaplarını yayına hazırlamış, Antalya Kültür Sanat Vakfı ve Altın Portakal Film Festivali’nde sanat danışmanlığı görevini de üstlenen Ahmet Tüzün, Edebiyat ve kültür çevrelerinde, kültür sanat insanı olarak tanınmış, sevilip sayılmış, arkasında silinmez iz bırakmıştır.

*

Almanya Nürnberg kentinde bulunan Hermann Kessten Vakfı tarafından 2004 yılı Mayıs ayında gerçekleştirilen Uluslararası Yazarlar Buluşmasına davet edilmiştir.

*

Çok iyi bir gözlemci di Ahmet Tüzün, baktığı yere alıcı gözle bakardı. Seçkin bir aydın olarak, yaşadığımız yüzyılın, eğrilerinin de doğrularının da farkında idi. İçinde bulunduğumuz çağı, “türlü sahteliklerin çağı belki de” diyerek sunuyordu bize. Bugüne kadar yaşasaydı, belki de “belki “ demez, daha kesin konuşurdu. Kültür-sanat adına kaybettiğimiz irtifayı, düştüğümüz çukuru çok daha iyi incelerdi. Dile getirirdi. Eminim çok üzülür, vazgeçmez, mücadele ederdi:

“Ancak biz bu sahteliklerden azade (kurtulmuş) olduğumuzu düşünmüyoruz. Sahteliğin içinde sanatın direngen gücünü yansıtarak, bu temsil duygusundan kurtulmak, bu temsil duygusunun da sahteliğine vurgu yapmak, yüzyılın bizden aldıklarını düşünmek, bizim bu yüzyıla ne kattığımızı sorgulamak, yüzyılın elimizden aldıklarını yeniden gündeme getirmek bir görev değil, şarttır.” diyen O’dur. Kurtuluş için sanatı aracı gören, ona işlev yükleyen Ahmet Tüzün’dür. Kültür –sanat adına sorumluluk duygusunun tavan yaptığı bir arkadaşımızdır.

*

O, sıkı okurdu. Okuduğunu, yoğun okur, alıcı gözle, enine boyuna inceler, özümserdi. Bu haliyle, iyi bir okur- yazar ve entelektüel bir insan olarak, aydın kimliği ile çevresinde bulunan insanların kalbine girmeyi başarmış bir sanat eri idi. Bize düşen görev, Onun Ahmet Tüzün olarak yarattığı değerleri korumak, oluşturduğu altyapıyı geliştirmeye çalışmak, “Ahmet Tüzün” adını yaşatmak, belleklerde tutmak olmalıdır. Bu bir vefa borcudur.

*

Ahmet Tüzün, yerellikten çıkmış, ulusal düzeyden kurtulmuş, bir biçimde evrensele uzanmış, ulaşmış biridir. Antalya doğumlu biri olarak kendini çok aşmış, batıyı benimsemiş, evrensel düşünceyi yakalamış, çağdaşlığa giden yolu yol bilmiştir.

*

Yazmak bir tutku idi onun için.

Yazmak bir tutku idi Ahmet Tüzün için. Gerçek bir yazın insanı olarak, şiiri sever, onu hep odak noktasında tutardı. Bu onun diğer sanat dallarına yoz baktığı anlamına gelmezdi. Sanat adına ne varsa, estetik değer taşıyan ne varsa, yanında, yakınında onu görürdünüz.

Tencere-kapak gibiydi eşiyle, sanat, sevgi, güzellik, her ne varsa yaşamda paylaşıyorlardı. Aslında birbirlerini tamamlıyorlardı. Eksik kusur aramadan.

Eşi İmren Tüzün, onu şöyle anımsatıyor bizlere:

“2010 yazını Ahmet'le Ankara'da geçirdik. (Ahmet Tüzün’ün aramızdan ayrılışının iki yıl kadar öncesi) Günlerimizin çoğu da, Hacettepe'de geçti, Ahmet'in ameliyatı nedeniyle. Olağanüstü dayanışmayla geçirdik o günleri, insanın birbirine omuz vermesi, dayanışmasını deneyimledik. Onun tekrar günlük hayata uyum sağlaması için, bir öğle yemeğini dışarıda yedik. Dönüşte, Güniz Sokak'ta oldukça ağır yürüyorduk, Ahmet, yolda yüksek sesle, neredeyse bağıra bağıra diyeceğim bir ses tonunda Can Yücel'in "Sevgi Duvarı" şiirini okumaya başladı, etraftan insanlar bize bakıyordu. Çok şaşırmıştım, Ahmet, sesli şiir okunmasını çok sevmezdi aslında, şiirin tümünün ezberinde olmasını da pek düşünemedim. Akıllı telefonumuz yoktu, sesini kaydetmek aklıma gelmedi o anda, daha çok da etraftan bir şey söylerlerse tedirginliği içindeydim, moralini bozabilirler endişesiyle. Şiiri sonuna kadar okudu ve yavaş yavaş otele döndük. Şiir şöyleydi:

SEVGİ DUVARI

“Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa

Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi

Dilimizde akşamdan kalma bir küfür

Salonlar piyasalar sanat sevicileri

Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni

Yakanda bir amonyak çiçeği

Yalnızlığım benim sidikli kontesim

Ne kadar rezil olursak o kadar iyi

Kumkapı meyhanelerine dadandık

Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi

Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar

Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi

Öyle sıcaktı ki çöpcülerin elleri

Çöpcülerin elleriyle okşardım seni

Yalnızlığım benim süpürge saçlım

Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

Baktım gökte bir kırmızı bir uçak

Bol çelik bol yıldız bol insan

Bir gece Sevgi Duvarını aştık

Düştüğüm yer öyle açık seçik ki

Başucumda bi sen varsın bi de evren

Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi

Yalnızlığım benim çoğul türkülerim

Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”

Türküler eşliğinde yalansız yaşamayı hedef edinen şair Can Yücel'i ve o şiiri içselleştiren ve tam zamanında ezbere okuyan eşi Ahmet'i sevgiyle anıyor, her gidişinde mezarına, elinde Ahmet’in sevdiği bir demet çiçek eşliğinde şiirler okuyarak gönlünü hoş ediyor. Gelmez yola giden eşinin yanında olduğu zamanlarda huzur buluyor, ruhunu sağaltıyor. Her fırsatta onu anıyor. “Gerçek sevgi sonsuzdur” görüşünü kanıtlıyor.

*

“Tüzün” soyadının gururu yazar-çevirmen Ahmet Tüzün

Babası ile Ahmet, arkadaş gibiydiler. Gençlik döneminde babasının kendisine ve kardeşine gösterdiği özeni, ve anlayışlı tavrı unutmaz, her fırsatta övünerek ondan söz ederdi. Bu biraz da aldıkları batılı eğitimin etkisi ile idi. Atalay Bey’in öğretmen kökenli olmasının da etkisi vardı kuşkusuz. Her iki oğul da onun rahle-i tedrisinden (eğitiminden) geçmiş, “Tüzün” pınarından kana kana içmişlerdi.

*

Atalay Tüzün'ün, Antalya'da, Almanya Fahri Konsolosu olarak görev yaptığı dönemde de kent çapında sanat etkinliklerine destek veriyorlardı. Baba-oğul her fırsatta birbirlerine arka çıkıyorlardı. Genleri aynıydı, hem baba Atalay Bey, hem de büyük oğul Ahmet, iyilik simgesi, yardımsever, sevgi ve saygıyı sonuna kadar hak eden insanlardı. Onları bir kez daha rahmetle anıyoruz.

*

Bugün, ne baba Atalay Tüzün var aramızda, ne de büyük oğul Ahmet Tüzün. Onlar öte dünyaya ağdılar yıllar önce. Arkalarında onurlu adlar bırakarak. Kültür ve sanat kısraklarına binip gittiler. Baba oğul çok güzel söyleşiyorlardır, orası muhakkak. Onları tanıyan biri olarak boş durmadıklarına eminim. Yattıkları yer cennet, yolları ışık dolu olsun.

Ahmet Tüzün, “İnsan okur” derdi. Elinde her zaman bir kitap bulunur, nereye gitse kitap mutlaka Ahmet’e eşlik ederdi. Bu haliyle, entelektüel bir görünümü vardı, aydın tanımına tam uyardı. Fazlası var, eksiği yoktu. Tam bir entelektüeldi.

*

Ahmet Tüzün, kelimenin tam anlamıyla bir kitap kurdu idi. İyi okurdu. Çok okurdu. Ardında eşi İmren hanımla birlikte oluşturduğu oldukça oylumlu bir kitaplık bıraktı.

Sevgili eşi İmren Tüzün, bir sanatçı ve felsefeci olarak, her ikisinin ortak çabaları ile oluşan bu oldukça değerli kültürel mirasın bir arada olması için büyük çaba gösteriyor.

İmren Hanım, Ahmet Tüzün ve İmren Tüzün'ün arşivinde bulunan tüm yazı, belge ve kitapların, Kütüphane Otomasyon Sistemi ile İmren & Ahmet Tüzün Kütüphanesi olarak kataloglanmasının yapıldığını söylemektedir. Türk Edebiyatı şiir, öykü, roman, araştırma, inceleme kitaplarına ulaşmak isteyenlerin http://imrenahmettuzunkutuphanesi.org adresine ulaşarak bilgilenebileceklerini söylemektedir. Biz de bu vesile ile sizleri haberdar etmiş olalım.

*

Günümüzde her gün düşen okur sayısına bakılınca kotarılacak işin hiç de kolay olmadığı görünüyor. Hele nitelikli kitap almaya, okunacak kitabı seçmeye gelince işler iyice sarpa sarıyor.

Ahmet Tüzün’ün nitelikli bir okur olduğunu, bir aydın, bir entelektüel olarak yurt içinden ve dışından pek çok örnek incelediğini, kültür sanata hizmet için kendi ömrünü törpülediğini, ama bunu eziyet olsun diye değil, zevkle yaptığını biliyoruz. Yaşarken yaptıklarına imreniyor, onu gerçekten özlüyoruz.

*

Ahmet Tüzün’ün, orta boylu, tıknaz, biraz da kilolu bir görüntüsü vardı, ama hızlıydı. Asla ağır kanlı değildi. Ne yaparsa, nereye giderse, sanki hep acelesi varmış, bir yerlere yetişecekmiş gibi bir tavır içindeydi. Her şeye zaman ayırır, arkasında bıraktıkları sanki hızına yetişemesin isterdi. Aceleciydi.

Üstlendiği işleri asla olağan akışına bırakmaz, yel gibi eserdi. Kelebek gibi uçar, arı gibi sokardı, diyebiliriz. Çok gergin bir yaydan kurtulmuş, doğrudan hedefe yönelmiş, 12 ye odaklanmış bir ok gibiydi. Dosdoğru, eğrisiz büğrüsüz adamdı. Dedikleri ile yaptıklarıaynıydı. Tutarlıbir kişiliği vardı. Görüş ve düşünceleri ile yere sağlam basar, güvenilir ortam arardı. Yalana dolana gelmezdi.

İki nokta arasındaki en kısa uzaklığın doğru olduğunu bilir, hep doğrudan yana tavır koyardı. Dosdoğru giderdi.

*

Kentleri büyüten, hatırlanılır kılan, değerli gösteren, kenti onurlandıran asıl nitelik, yazarları, şairleri ve çizerleri, kısacası sanatçılarıdır. Antalya’ya gelince yirmi kişi saysak, aralarında yazar ve çevirmen olarak mutlaka “Ahmet Tüzün” adı yer alacaktır. Adil bir değerlendirmede Ahmet Tüzün hak ettiği yeri oluşturulan listede mutlaka alacaktır.

*

Ahmet Tüzün, Antalya’da yaşadığı olgun döneminde hep sanat solumuş, kültür ve sanatı yönlendirmiş, kent çapında ivme kazandırmış bir sanat eri, bir kültür insanı olmuştur. Takip eden değil, sanatı yönlendiren öncü olmuş, güzel etkinliklere imza, görev aldıklarının yüzünü ağartmaşıtır. Kısacası, diyebiliriz ki, arkasında bıraktığı belirgin, kalıcı izle, Ahmet Tüzün, ölmezdir, aramızda soluk

alıp veriyor, sanat soluyor, anılarımızda sevgiyle saygıyla duruyor. Ölmedi, ölmüyor. Sanatıyla yaşıyor. Onun açtığı sanat yolculuğu, o ve arkadaşlarının özveri ile kısıtlı olanaklarla çizdikleri yoldan sanat etkinliklerini çeşitlendirerek ve pandemiye rağmen çoğalarak sürüyor. Ahmet Tüzün, örnek davranışlarıyla belleklerimizde silinmeden duruyor. Hedef gösteriyor, daha yukarılara tırmanılsın, sanat ivme kazansın istiyor.

*

Yazan biri olarak Ahmet Tüzün, halkın haber alma özgürlüğünü önemseyen, basının halkın müşterek sesi olduğunu bilen biri olarak gazetecilik mesleğinin de etik sorumluluk gerektiren ve sorumlulukların ön plana çıktığı mesleklerden biri olarak görüyordu.

*

“Gazeteyi oluştururken, haber yapılırken etik sorumluluklar da göz önüne alınmalıdır. Özellikle de konu sağlık olunca bu daha da önem kazanmaktadır. Sağlık konusunda verilecek yanlış bilgilerin kişide korku ve kaygı yaratacağını unutmamalıyız. Tüm alanlarda etik değerler zaten bunun için vardır. O aynı zamanda insana saygı, değer verme anlamını taşır.” Düşüncesini savlıyor, adeta dünden bugünü görüyordu.

*

Doğayı, çevreyi sevmeyi, her koşulda korumayı öğrenmiş, yaşam biçimi haline getirmişti. Doğaya ve çevreye karşı hoyratça davrananları anlamaz, hoş da karşılamaz, tepkisini anında gösterirdi. Ona göre, “doğanın sunduğu nimetler sonsuz değildir. Zarara uğratılan Doğa günü gelir, acımasızca intikamını alır.” Derdi. Doğayı korumak adına özen ve duyarlılık gösterilmesini isterdi insanlardan. Çarpık yapılaşma da karşı çıktığı hususlardan biriydi. Zamanın hızla akıp geçtiğini düşünür, iş işten geçmeden, doğanın insana sundukları hizmetleri bir gün elimizden alıp gitmeden, akıllı davranılmasını, gerekli önlemlerin zamanında alınmasını isterdi.

*

Hep kitaptan yanaydı yaklaşımı. Okumayla pek arası olmayan insanımızı anlamaz, diğer ülkelerde kişi başı yılda yaklaşık 20 kitap düşerken, ülkemizde kişi başına çok az kitap düşmesini havsalası almazdı. Okur sayısını artırmanın gelişim açısından kaçınılmaz olduğunu düşünür, tanıtım uygun olursa, kazanımların ve okur sayısının artacağını söylerdi.

*

Ahmet Tüzün, nerede olursa olsun, kültür ve sanata konan sansüre karşıydı. Sanatçıyı, hangi koşulda olursa olsun, sorunlara duyarlılık gösteren “huzursuz birey” olarak görürdü. Kendisi de zaten öyleydi. Derneklerin de, sivil toplum örgütlerinin de bu mücadelede duracakları yeri bilmeleri gerektiğini düşünür, öyle de dillendirirdi. Kayıtsız kalınmasına, duyarsız olunmasına, “dur bakalım, ne olacak?” denilmesine tümden karşıydı.

“İlk önce etrafımdan bazı kişileri götürdüler. Sonra yakınlarımdan bazılarını içeriye aldılar.Sıra komşularıma geldi. Beni almaya geldiklerinde yardım istedim, arkama baktım, kimse kalmamıştı.” Cümlesinden hareketle olaylara sessiz ve duyarsız kalmanın ne anlama geldiğini bilir, gereğini yapardı.

*

İnsanımızın kitaba “Fransız” durmasını istemez, hazmedemezdi. O konuda biraz da karamsardı. Ülkemizde bir kişiye yılda dört ile altı kitap düştüğünü görür üzülürdü. Başka ülkelerle kıyaslar daha da üzülürdü.

İnsanımızın, temel tüketim ihtiyaçları arasında kitabın ancak 82.ci sırada yer aldığını görür, hayıflanır, Türk insanının okumayı bir gereksinim olarak görmemesine kahrolurdu. “Korkarım, gelecek yıllarda kitap okuru sayısı daha da azalacak. Belki kitap da artık iletişim ve bilişim alanındaki gelişmelere yenik düşecek.” Öngörüsünde bulunurdu. (Sonunda haklı da çıktı, bugün 8 kişiye bir kitap düştüğünü söylersek ne hale düştüğümüz daha iyi anlaşılır. YAS)

*

Turizm kenti Antalya’yı, gelen konuklara kültür ve sanat yaşamıyla, sanat kurumları ve düzenlenen etkinlikleri ile tanıtma yollarının aranması ve bulunması gerektiğini düşünürdü. Bu alanda kurumsallaşma eksikliği olduğunu bilir, etkinliklerin yurt içinde ve dışında yeterince tanıtılmadığını ifade ederdi.

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ve Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin güzel örnekler olduğunu söyleyerek uluslararası boyuta ulaşması önerisinde bulunur, kentin her alanda daha saygın olmasını amaçlardı.

*

Kentin sanatçılarının her koşulda korunmasını, sahiplenilmesini isterdi. Bunun birazda hayal olduğunu bilir, ama “Neden bir “Duran Yılmaz” Öykü bursu, “Saffet Uysal” Halk Bilimi Bursu verilmez?” diye sorgulardı. “Baki Süha Ediboğlu” ya da “Hamit Macit Selekler” adına geleneksel birer şiir yarışması

yapılmasını ve hak edenlere burs verilmesini önerirdi.

Sorgulamaya ve önermeye devam eder, Antalya’da doğan, Antalya’da yaşayan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Rauf Mutluay, Cavit Orhan Tütengil, Mehmet Başaran, Erdal Öz, Duran Yılmaz, Osman Polat, İsmail Baha Sürelsan, Cenk Koyuncu, Mustafa Yalçın, Cemil Köksal, Selami Yılmaz, Emre Alpago, Baki Süha Ediboğlu ve Macit Selekler gibi sanat adamlarının kaldıkları evlerin restore edilip, kültür evine dönüştürülmelerini isterdi. Bir biçimde adları yaşatılsın derdi. “Evlerin girişine birer plaket konulamaz mı? Kentlilik bilinci, bunu gerektirmez mi? Bu güzel isimleri geleceğe taşımak kente ve kent yöneticilerine yakışmaz mı?” gibi sorular sorar, çok yerinde olan bu sorulara mantıklı yanıt arardı Ahmet Tüzün. Onun bütün derdi, Antalya, kültür ve sanat etkinlikleri ile buluşsun, edebiyat günleri, şiir yarışmaları, festivaller düzenlensin, il ve ilçeler de değişik sanat buluşmalarına tanık olsun, sanat yayılsın isterdi.

*

Side Antik Tiyatrosu’nda şairler, yapıtlarını okusun, antik Side’nin farklı yerlerinde Edebiyat konuşulsun, şiirler okunsun, söyleşiler düzenlensin, okuma günleri düzenlensin hayal ederdi. Almanya’da gördüklerinin burada da yapılmasını içtenlikle arzu ederdi. Her alanda kentin iyiliğini isterdi.

*

Ahmet Tüzün, ilkeleri olan, saplantıları, kuruntuları olmayan, yaşantısına ilkelerin yön verdiği, gerçek bir sanat adamıydı. Kültür ve sanata giden yolda, yaşadığı dönemde oldukça çorak görünümlü Antalya’yı daha yukarılara taşımak adına sorumluluk duymuş, üzerine düşen görevi yapmış, gücü yettiğince, erimi, enerjisi uyarınca aksaksız yerine getirmiş bir arkadaşımızdı. Önemli önemsiz demeden, küçük büyük demeden gördüğü hizmetin hep hakkını veren, kültür-sanat adına taşınaltına elini koyan, çekici güç görevi gören insanların başında idi.

*

Ahmet Tüzün, sıradan değil, ilkel değil, nitelikli sanattan yana taraf olmuştur. Yaşadığı sürece gösterdiği çaba, Antalya’nın bir sanat çöplüğüne dönmemesine, nitelikli eserlerle donanmasına yönelik olmuştur. Kentini seven bir kentli olarak, geniş halk katmanlarında kentlilik bilincini geliştirmeye, tohum ekmeye, sanat ortamını yeşertmeye, çiçeklendirmeye gayret etmiştir. Belli bir mesafe kat ettiği, olumlu yolda ilerlediği de, hatırı sayılıkatkı koyduğu da söylenebilir.

O bireysel katkılarının dışında kültür- sanat derneklerinin, sadece sanatla uğraşmak yerine demokratik birer kitle örgütü olarak sorumluluk üstlenmelerini de istemiştir. Sanata, sanatçıya uygulanan baskılardan bireysel anlamda hep rahatsız olmuştur. Sanata yapılan müdahaleleri saygısızlık saymıştır. Bireysel anlamda yeri geldiğinde tepkisizliğe de tepki koymuştur. Sürekli, demokrasi, hoşgörü kültürünü toplum çapında yerleştirememekten yakınmış, farklı kültürlerin, düşüncelerin bir arada yaşayabileceklerine inanmayanları kınamış, sosyal demokrat belediyeleri de zaman zaman korkaklıkla suçlamıştır. Her şeye ragmen, insanı insanolarak sevdiği için de hiçbir zaman umudunu yitirmemiştir.

*

Almanya’da eğitim gördüğü için Almancası çok iyidir, ama o anadili Türkçeyi kurallarıyla bilir, konuşmalarını hakkını vererek yapar, yazılarını özenle yazardı. Yabancı dil bildiği için diller arasında karşılaştırmalar da yapar, anadili Türkçeyi ayrıcalıklı bir yere koyar, Dağlarca gibi “ses bayrağı” sayar, yanlış ve kötü kullanan gördüğü zaman, yapıcı tepkisini de koyar, gerekirse düzeltirdi.

*

Doğal olarak beklentileri vardı vatandaş olarak, sanatsever olarak, sorumlu yurttaş olarak. Kenti yönlendiren kurumların kültür, sanat ve düşünsel iklimine katkıda bulunmak zorunda olduklarını düşünür, yapanları alkışlar, yapmayanları da eleştirir, gerekirse topa tutardı. Kültür ve sanat alanında uğraş vermenin sıradan değil, birikim işi olduğunu düşünür, ehil ellere verilmediği sürece başarı şansının azalacağını düşünürdü. Antalya’nın bu alanda da bir arayış içine girmesi ve doğru yapılanması gerektiğine gönülden inanırdı.

Kısacası Ahmet Tüzün’ün Antalya sevgisi tartışılmazdı, ancak kenti kültür ve sanat adına taşımaya çalıştığı noktaya gelince, oraya daha çok var. Çok gayret gerek. Bu anlamda Ahmet Tüzün, boşluğu dolmaz, büyük düşünmen bir sanat eridir. Onu ve yaptıklarını hak etmemiz, kenti sadece turizm alanında değil, kültür ve sanat alanında da saygınbir merkeze dönüştürmemiz gerekir.