Baroların teslimiyeti/faşizmin galibiyeti

İktidar Partisi AKP, her otoriter ve totaliter rejimde olduğu gibi, toplumsal muhalefetten, onların temsilcilerinden, meslek örgütlerinden hiç haz etmiyor. Gezi Sürecinden sonra TMMOB kanununda yaptığı değişiklikle odaların gelirlerini azaltma yoluna gitmişti. Son bir kaç yıldır ise Barolarla ve Tabipler Birliği ile uğraşılıyor. Özellikle kritik dönemlerde yargı üzerinden yapılan operasyonlarla siyaset dizayn edilmiş, hukuk tamamen rafa kaldırılmıştır. Yargıya olan güven, iktidar eliyle baltalanmıştır. Yargı alanında tek bağımsız ve özerk alanı temsil eden, savunmanın gücü Barolar da elbette bu gidişattan payını alacaktır.

EN ZAYIF HALKA

İktidar, muhalif yapılarda bir zayıf halka bulup onu kendine çekme konusunda oldukça hünerli. Bunu daha önce ciddi varlık gösteren Has Parti sürecinde gördük. O zamanki cevval lideri Numan Kurtulmuş sonraki dönemde AKP’de siyaset yapmaya başladı, halen yapıyor. Demokrat Parti’nin kısa bir süre başkanlığını yapmış Süleyman Soylu ise şu an AKP’nin vazgeçilmez demirbaşı, halkın kafasına inen demir yumruğun demiri olmuş durumda.

Avukatların çatı örgütü Türkiye Barolar Birliği’nin başına ise 2013 yılında Metin Feyzioğlu muhalif bir söylemle, hukuk devletini tesis etme iddiasıyla gelmişti. Şimdi o da iktidarın hukuk personeli durumunda. Feyzioğlu, 15 Temmuz Darbe Teşebbüsüne kadar, yaşanan hukuksuzluklara karşı düşük perdeden de olsa tepki göstermişti. Barış Akademisyenlerine “Mütareke aydınları” demesi, öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin cenazesine katılmadan morg önünde poz verip geri dönmesi kendisi hakkında büyük soru işaretleri doğurmuştu. Ancak Feyzioğlu’nun iktidara karşı tüm muhalefetini bitiren olay, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimiydi. Elbette bir Birlik Başkanının, bir avukatın darbenin karşısında olması, yasal hükümetten yana tavır alması normaldi. Ancak, yönetim kuruluna haber vermeden Saraya gitmesi hatta 1 Eylül Adli Yıl Açılışına Saray’da katılmayı önermesine kimse anlam verememişti. Feyzioğlu o tarihten sonra farklı bir frekansa geçti. Artık iktidardan ve uygulamalarından övgüyle bahsediyor, kendisini eleştirenlere de iktidar ağzını kullanarak “Fetöcü”, “bölücü” diyordu.

17 Nisan Anayasa Referandumu kapsamında “Hayır” kampanyaları düzenledi. Bunun için Anadolu’da yoğun mesai harcadı. Referandumda “Hayır” kampanyası nedeniyle MHP’den ihraç edilmiş Meral Akşener’e, CHP’ye engeller çıkarılırken Metin Feyzioğlu’na hiçbir engel çıkarılmıyordu. Avukatların büyük çoğunluğu önceki Anayasa sistemini benimsediği için “Hayır” kampanyası yapan Feyzioğlu, düşen prestijini bir parça toplama fırsatı yakaladı. Bu sayede referandumdan 3 hafta sonra gerçekleşen TBB seçimlerine tek aday olarak gitme imkanı buldu. Feyzioğlu çokça eleştirilmesine rağmen, kimse karşısına rakip olarak çıkamadı. AKP ve MHP’ye yakın Barolar da Feyzioğlu’nu destekledi. Çünkü 15 Temmuz’dan beri dümenin iktidardan yana kırıldığı açıkça belli oluyordu. Bu arada avukatlar tutuklanıyor, Olağanüstü Hal dönemi KHK’ları ile binlerce insan işten atılıyordu. Bunu protesto etmek için açlık grevi yapan 2 kişi hakkında Feyzioğlu “ Nuriye ile Semih'i evlat edinecek bir sempati içinde olmamı kimse benden beklemesin" demekte beis görmüyordu. Avukatlara sahip çıkmıyor, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmuyor, meslek sorunlarıyla ilgili tek kelime etmiyor, sanki Tarım Bakanıymış gibi çay üreticilerini ziyaret edip fındık sorunlarını konuşuyor, Savunma Bakanıymış gibi Suriye sınırına gidip sıcak alanlarda poz veriyordu.

ZAYIF HALKAYA GİZLİ DESTEK

Feyzioğlu’na karşı avukatların gösterdiği sabır, halen tutuklu bulunan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın babasının defin günü taştı. Kozağaçlı, babasının cenazesine sadece 5 saat izinle ve elleri kelepçeli olarak katılabilmişti. Bu olay, avukat dünyasında infial yarattı. Duruma tepki göstermesi, hatta çözüm üretmesi gereken TBB Başkanı Feyzioğlu ise, ertesi gün AKP Rize İl Başkanlığını ziyaretteydi. Bu olaylardan sonra Antalya Barosu TBB delegeleri, 31 Ocak 2019 günü bir açıklama yayınlayarak Feyzioğlu’nu istifaya davet etti. Ardından Adana, Mersin, İzmir, Bursa, Ankara delegeleri de harekete destek verdi ve gözler İstanbul Barosu’na çevrildi. İstanbul Barosu, beklenen açıklamasında "eksen kayması" tespiti yapmış, ağır eleştirilerde bulunmuş, ancak Feyzioğlu’ndan istifa talep etmemişti. Tabii istifa isteyen 6 Baro’nun da böylece önü kesilmiş oluyor, bundan sonra arkası gelemiyordu.

TBB’nin Mayıs 2019 Mali Genel Kurul’unda çok sayıda avukat, Feyzioğlu ve ekibini eleştirmiş ve yönetimini ibra etmemişti. İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, kürsüden Feyzioğlu’na karşı zehir zemberek bir konuşma yapmış, ancak ne hikmetse sonrasında 138 delegesinin çoğuyla beraber yönetimi ibra etmişti. İbra edilmeseydi Feyzioğlu ve ekibi istifa etmek zorunda kalacak ve TBB Olağanüstü seçime gidecekti.

8 Kasım 2019’da ise, 12 Baro, (yasal açıdan 10 Baro yeterliydi) yazılı başvuruyla TBB’yi Olağanüstü Genel Kurul’a çağırıyordu. TBB Yönetim Kurulu, 6'ya karşı 3 oy ile üstelik kanuna açık bir aykırılıkla talebi reddetti. Buna karşı ne yazık ki 12 Baro hiç bir şey yapmadı. Tabii bunda suç tek başına Durakoğlu’nda değil. Ama en kalabalık Baro'nun Başkanı olarak en büyük vebal onun üzerindedir. En azından yönetim kurulundaki iki üyesini geri çekebilirdi. Yapmadı… Hukuksuz karara tek dava dahi açılmadı.

SON DÜZLÜK

Ankara Baro Başkanı’nın Diyanet İşleri Başkanı hakkında Haziran ayında laiklikle ilgili yaptığı açıklama, iktidar tarafından fırsat bilinerek Baroların konumu tartışmaya açıldı. Çoklu Baro ve TBB’nin delege yapısı gündeme getirildi. Bunun üzerine neredeyse tüm Barolar ayaklandı. 22 Haziran’da Baro Başkanları Ankara’da Meclis’e yürümek üzere buluştu. İktidar, 60 Baro Başkanı’nı kanunlara aykırı şekilde tam 36 saat fiili gözaltında tuttu. Bu müdahaleye karşı Baro Başkanları ne yazık ki bir tepki geliştiremedi. Türkiye’deki 130 bin avukatı harekete geçirecek “eylem” kararı bile alamadı. CMK, adli yardım ve duruşmalara girmeme gibi “yaptırımlar” gündeme bile gelmedi. Baroların basiretsizliğini bu şekilde test eden AKP iktidarı, eşitlik ilkesine ve Anayasa’nın 135. Maddesine aykırı, Metin Feyzioğlu’nun elinden çıktığı belli olan kanun teklifini hızla Meclis’ten geçirerek 15 Temmuz’da yayınladı. Barolar artık yenilmişti. Adil yargılanmadığı için ölüm orucuna giren ve bu süreçte hayatını kaybeden avukat Ebru Timtik, aslında herşeyin özetiydi.

Kanun değişikliklerini CHP, Anayasa Mahkemesine taşıdı. Herkes, sürecin uzayacağını düşünürken, Anayasa Mahkemesi birden değişiklikleri 1 Ekim’de görüşeceğini açıkladı. Bu büyük ihtimalle kanunun iptal edileceğine dair işaretti. Ancak Baroların gücünü önceden test etmiş olan iktidar, planını hemen yapmıştı. İptalin görüşüleceği hafta bir ya da iki AYM üyesinin oy renginin değişmesi sağlandı. 1 Ekim’de AYM, Avukatlık Kanun değişiklikleriyle ilgili iptal talebini oy çokluğu ile RED etti. Ertesi gün ise İçişleri Bakanlığı, covid salgınını bahane ederek bir Genelge yayınladı ve ardından Valilikler Baroların Genel Kurullarını erteledi.

Barolar bu erteleme kararlarına karşı bir eylem geliştiremedi. Çünkü ellerine geçen fırsatları çok önceden heba etmişler, özellikle Haziran ayında gelişen fiili duruma karşı koyamamışlardı. Lidersiz ve plansız eylemleri, iktidar gücü karşısında dağılmıştı. Bu yüzden genel kurulların iptaline karşı da toplu ve anlamlı bir tepki verememişler, iktidarın müdahaleleri karşısında yenilgiyi açık ya da örtülü şekilde kabul etmişlerdir. Faşizme, topyekûn karşı koyma fırsatını bir kere kaçırdıktan sonra, aynı konumu tekrar yakalayamazsınız.

Avukatlar için 2019 mücadele yılıydı, 2020 teslimiyet yılı oldu.