1990’lı yıllar Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle başlamıştı. Batı dünyası bu olayı sevinçle karşılamış, küresel kapitalizmle beraber Yeni Dünya Düzenini gururla ilan etmişlerdi. Ancak 21. yüzyıl hiç de umulduğu gibi olmadı. Küresel kapitalizm insanlara daha fazla demokrasi ve özgürlük, daha fazla iş ve barış, daha fazla mutluluk getirmedi. Tersine, 2001 yılında 11 Eylül saldırısı sonrası adı konulmamış bir savaş başladı. Son otuz yılda iç savaş yaşayan ülkelerin sayısında dehşetli bir artış oldu. Afganistan, Irak, Suriye, Libya yerle bir oldu.

2008 ekonomik krizi tüm dünyayı etkiledi. 21. yüzyıl insanı önceki on yıllara göre işsiz kalmaktan daha çok korkan, geleceğe güvenle bakamayan, her tür yabancıya şüpheyle yaklaşan bir ruh haline büründü. Bazı yorumcular bu yüzyıla Tedirginlik Çağı* adını verdiler. Günümüzde eşitsizlik görülmedik derecede artmakta. Dünyanın en zengin 26 kişisinin toplam serveti, dünya nüfusunun 4,6 milyarının servetine eşit bir konumda.

Gelişmekte olan yoksul ülkelerde istikrar bulunmuyor. Gelişmiş batılı devletlerde demokrasinin iyi işlememesi, mülteci akınları, ekonomide durgunluk, eşitsizlik gibi kaygılar mevcut. Kapitalizmin krizi giderek derinleşiyor. Ekonomik krizin yanında demokrasi ve ekolojide de derin bir kriz sözkonusu. Klasik liberal demokrasi işlemediği gibi, artan küresel ısınma ve ekolojik kriz, kapitalist büyümenin sınırlarını can yakıcı bir şekilde gözler önüne sermekte.

Dünya bu badireleri nasıl atlatacağını bilemezken, Tedirginlik Çağı insanları çıkış yolunu daha çok otoriter yöneticilerde görüyor. Tüm dünyada aşırı sağ dalganın etkisi giderek artarak liberal demokrasinin krizini derinleştiriyor ve yeni tür bir faşizme yol açıyor. Toplumlar, her “farklı” olanı “dışarda” bırakma ve onları suçlama eğiliminde. Sadece kendilerine benzer monolitik yapılara karşı hoşgörülü. Bu da çok renkli dünyamız için tehlike çanlarının çalması demek.

ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsonaro, Macaristan’da Orban, Hindistan da Modi ve bizde Erdoğan bu eğilimlerin ürünleri ve kendi iktidarlarını korumak için sistemi daha da baskıcı ve totaliter bir hale getirmekten çekinmiyorlar.

Bu eğilimler, aynı zamanda faşizme içkin erkek egemen bir kodla beraber yürüyor. Bu kodun açılımı şudur: “…. erkekliği, erkek dayanışmasını yüceltirken, kadınlığı aşağılamasıdır… Faşist ruhsal durum, hayalinde bir tarafından düşmanını çeşitli fantezilerle kadınsılaştırarak aklınca aşağılar, iktidarsızlaştırır; diğer taraftan onun yıkıcı etkilerinden, dolayısıyla gücünden marazi olarak korkar.”** Bunun yanında erkek lidere koşulsuz biat, savaşın ve ölümün yüceltilmesi de aynı kodlamanın ürünleri…

İşte bu marazî hal, ülkemizde özellikle kadınlar açısından korkunç bir boyuta varmış durumda. İnsan Hakları Derneği’nin 2019 yılı raporunda, sadece geçen yıl 431 kadın cinayeti işlendiği verisi bulunmakta. Bazı kadın dernekleri bu rakamı 474 olarak vermektedir. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki son dört yılda öldürülen kadın sayısı 1652!

Türkiye’nin ilk imzacılarından olduğu tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev içi Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi” olan, kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen uluslararası sözleşmenin geri çekilmesini isteyen gerici bir güruhun çabalarıyla karşı karşıyayız. Adından da belli olacağı üzere sözleşmenin temel hedefi kadınların ve özellikle dezavantajlı grupların (çocuk, LGBTİ) her tür şiddete karşı korunmasıdır. Son 4 yılda şiddet sayısında bir azalma olmadığı gözönüne alınınca görülmektedir ki, mevzuat anlamında olumlu değişiklikler yapılsa bile, sözleşmenin uygulanmasında sorunlar olduğu gibi devam etmekte. Buna rağmen, sanki bu sözleşme aile yapısına zarar veriyormuş gibi bir propaganda yürürlükte.

İktidarın, “beyaz Türk, Sünni Müslüman, erkek egemen anlayışı”nda en küçük bir gedik açılmasına tahammülü yok. Bu da yukarıda anlatmaya çalıştığımız ruh halinin kaçınılmaz bir yansıması.

Sadece bu kadar da değil elbet. Faşizm, sembollere büyük anlam yükler. Aynen Ayasofya’nın Cami olarak ibadete açılmasında olduğu gibi, İstanbul Sözleşmesi’nin rafa kaldırılması da “sembol” anlamında önemli bir merhale ifade edecek.

Erkek egemen faşizmin önünde duran en büyük engellerden birini “kadınlar” olarak gören iktidar için, elbette ki İstanbul Sözleşmesi’nin varlığına katlanılamaz.

*Tedirginlik Çağı/Evren Balta

**Yeni Faşizm/Ergin Yıldızoğlu