Siyasetti, yerel seçimlerdi, aday adaylarıydı, bir heyula içerisinde günlerimiz geçiyor. Ülkemizin içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik koşullar nedeni ile genellikle ve özellikle de seçim dönemlerinde, zorunluluktan hepimiz homo politicus olup çıkıyoruz.

Oysa, gözümüzün önünde ve ellerimizin arasından bir yaşam kayıp gidiyor. Sadece dilimizde,

“işte geldik gidiyoruz,

Şen olasın Halep Şehri.

Ekmeğin, tuzun yedik,

Helal eyle Halep Şehri”

Dizeleri kalıyor.

Hazır, bugün pazarken, gelin başka şeylerden konuşalım.

Biliyor musunuz, bilmiyorum. 16 Aralık’ta Antalya’da sessiz sedasız bir festival başlayacak. Üstelik, o da köklü, o da geleneğini oturtmuş, o da kendi alanında marka olmuş bir festival.

18. Antalya İşçi Filmleri Festivali…

Zaman zaman bu tür organizasyonlarda yer aldığım için, tematik bir organizasyonun zorluklarını bilirim. Bu nedenle, Antalya İşçi Filmleri Festivali’nin 18 yaşına gelmiş olması çok anlamlı. Festival için, bu yıl hukuken de rüştünü ispat etti diyebiliriz.

Festivalin adının ‘İşçi Filmleri’ olması, yaşama karşı sözü, duruşu, konumlanışı olanların bir etkinliği olduğunun göstergesi. Yaşama ‘sınıf’ penceresinden bakanların etkinliği bu festival. ‘Sınıf’ sözcüğünün unutulduğu, Türkiye’de gericiliğin ana akım haline geldiği, yobazların barındığı cemaatlerin, ülkenin ‘sosyal gerçekliği’ kabul edildiği bu günlerde, ‘sınıf’ sözcüğünü kullanarak ve kendisini bu sınıfın yanına konumlandırarak yaşamak oldukça çetin bir mücadele istiyor. İşte bu festival, bu mücadelenin temsilcisi.

16 Aralık’ta, Konyaaltı Cemevi’nde yapılacak açılışta, ‘Kanun Hükmü’ belgeselinin yönetmeni Necla Demirci de bulunacak ve bir söyleşi gerçekleştirilecek. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin sahip çıkmaya korktuğu ve bu nedenle de 60. Altın Portakal Film Festivali’nin iptaline neden olan belgeselin yönetmenine alan açmak, çok önemli bir olay.

İzlemenizi öneririm.

Sonra;

Yine Antalya’da, sadece Antalya değil, tüm Türkiye’de, yine sessiz sedası bir örgütlenme yaşama geçiriliyor.

Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin kuruluşunu örgütlüyor. Geçtiğimiz günlerde Antalya’da da toplantısı yapıldı. Türkiye’de 1940’ların ikinci yarısı ile başlayan karşı devrim sürecinin, AKP iktidarı ile birlikte atak yapması ve başta laiklik olmak üzere bütün kazanımların yok edilmesi sürecinde bu tür çıkışlar çok anlamlı geliyor. Sürecin geldiği noktada artık bizim yeniden kurulacak bir Cumhuriyet’e ihtiyacımız var ve TKP’nin oluşturmaya çalıştığı Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi, bu ihtiyacın bir sonucu olarak karşımızda duruyor. Özellikle son yıldır TBMM’de yer alan muhalefet partilerinin bu karşı devrim sürecine sessiz kalışları göz önüne alındığında TKP’nin Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi, insana iyi geliyor ve umudu örgütlüyor. Sadece umudu da değil, aynı zamanda devrimi de örgütlüyor. Bu cümleyi özellikle yazdım. Çünkü TKP’li dostlar “Türkiye devrimini arıyor” diyorlar ama devrim aranmaz, ancak örgütlenir ve bu girişim de bu örgütlemenin bir parçası.

Dediğim gibi yaşam elimizden akıp gidiyor. Ara sıra başımızı kaldırıp sağa sola bakmaya ihtiyacımız var. Yoksa yukarıda iki örneğini verdiğim güzellikler dikkatimizden kaçıyor. Bunların dikkatten kaçması, en azından düşünsel olarak fakir kalmamızı sağlıyor. İnsanın düşünsel olarak kendisini fakir bırakma hakkının olmadığını düşünüyorum.

Son olarak, ‘sessiz sedası’ ifadesi için dostlar tepki gösterebilirler. Ama şunu da unutmamak lazım. ‘güzel’ ya da ‘güzellik’ derindir, sadedir ve sessizdir. Güzellikler gürültü koparmaz. Dostların yaşama geçirdiği bu iki eylem de toplumsal güzelliktir. Bu nedenle ‘sessiz sedası’ demeyi tercih ettim.