Zaman zaman yazılarımda sosyal devlet, kamucu – halkçı belediyecilik konusuna örnekleri ile değinirim.

Şunu artık hepimiz biliyoruz. Anayasamızın 2. Maddesinde yer alan ve devletin niteliğini tanımlayan ‘… sosyal bir hukuk devleti’ nitelikleri çoktandır rafa kalkmış durumda. Sosyal devlet yerini geçmediğimiz köprüler, inmediğimiz havaalanları ya da gidemediğimiz şehir hastaneleri almış durumda. Devletin sosyal niteliği rafa kalkmış durumda.

‘Hukuk’ mu?

O zaten hak getire. En son Tele1’e kayyım atanmasında gördük ne hale geldiğimizi. Guguk kuşu misali, büyüdükçe içinde bulunduğu konağı kendi tekeline alan iktidar, hukuku da kendi işine geldiği şekilde kullanıyor.

Oysa, Cumhuriyet ‘kimsesizlerin kimsesi’dir. Bu cümleyi okuduğunuzda altında ‘Mustafa Kemal Atatürk’ imzasını görürsünüz. Oysa bu yanlıştır. Sözün müellifi, efsane Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a aittir. Bu cümlenin kurulma öyküsü de aslında bize Cumhuriyet’in ne olduğunu anlatır.

‘Savcı’ sözcüğü yerine, dil devrimi öncesinde ‘müdde-i umumi’ ifadesi kullanıyordu. Dil devrimi ile birlikte bu tanım kaldırılır ve yerine iddia anlamına gelen ‘sav’ sözcüğünden türetilen ‘savcı’ ifadesi gelir. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, bu ‘savcı’ sözcüğünün önüne ‘Cumhuriyet’ nitelemesini koyar.

Bu konu ile ilgili olarak Çankaya Köşkünde bir akşam yemeğinde tartışma çıkar ve Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt’tan ‘savcı’ sözcüğünün önüne neden ‘Cumhuriyet’ nitelemesini eklemek istediğini açıklamasını rica eder. Mahmut Esat Bozkurt da bir gün bir köylünün devletle karşı karşıya gelerek mahkemeye gidebileceğini, bu koşullar altında savcıların, devletin değil, köylünün haklarını koruması gerektiğini, bunun Cumhuriyetin görevi olduğunu belirterek ekler: “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir. Kimsesizlerin sesi de savcılardır. Bu nedenle savcı, ‘Cumhuriyet savcısı’ olmalıdır” der.

İşte kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyette, kimsesizlerin en önemli dayanağı da Cumhuriyet savcılarıdır. Bu öyküyü biraz da ünlü “Berlin’de hakimler var!” sözü ile özdeşleştirebilirsiniz. Berlin’deki hakimlerin karşılığı bizde kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyet savcıları olmalıydı.

Zaman içerisinde, hukuk anlamında kullanılan “kimsesizlerin kimsesi” ifadesi, içerisinde taşıdığı gizli anlam olan dezavantajlı grupların ön plana çıkması ile ‘sosyal devlet’ ile ilişkilendirilerek kullanılmaya ve altında da ‘Mustafa Kemal Atatürk’ imzası kullanılmaya başlandı.

Aslında kullanılan Atatürk imzası dışında, anlamsal olarak yanlış sayılmayan bu kullanım, zamanla kabul de gördü.

Sosyal devlet kavramı da yaşamımıza 1961 Anayasası ile girdi. 1961 Anayasası’nda devletin niteliği belirtilirken, “laik ve sosyal bir hukuk devleti” tanımı yapıldı. 1924 Anayasası, ana fikrini ‘sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir millet’ hedefinden hareketle hazırlandığı için, sosyal farklılıklar ön görülmemişti. 1920’li yılları düşündüğümüzde de henüz sosyal devlet anlayışı emekleme çağında desek, yeridir.

Zamanla, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Cumhuriyet devriminin ilkelerinden adım adım uzaklaşılıp da başlangıçtaki ‘sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir millet’ ülküsünden uzaklaşıldıkça, toplumda sosyal farklılıklar gözle görülür hale geldi. Bu noktada devreye 1961 Anayasası girdi ve ‘laik, sosyal bir hukuk devleti’ tanımı girdi. Bu tanım ile devlet, toplumun dezavantajlı kesimlerini güçlendirme ve toplumla tam entegrasyonlarını sağlama yükümlülüğünü üstlendi.

Ne zamana kadar?

1980’ler ve Özal ile vücut bulan neo – liberal politikaların yürürlüğe girmesine kadar.
AKP iktidarı, bu politikaları da yozlaştırarak, sosyal devleti ulufe devletine dönüştürdü ve yok edilen değil, yönetilen bir yoksulluk anlayışını, iktidarının devamı için kullandı. Bu nedenle de sosyal devlet sayesinde toplumla tam entegrasyonu sağlanarak topluma kazandırılan değil, sadaka kültürü ile beslenerek evlerine kapatılan bir kesim var etti.
Böylece Cumhuriyet, hukuktan sonra sosyal devlette de ‘kimsesizlerin kimsesi’ olma niteliğini kaybetti.

Bugün artık Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi değil, yozlaşmış, çürümüş sermayenin kimsesi haline geldi.

Not: bazen yazı kendisini yazdırır. Bugün de öyle oldu. Aslında Antalya’da toplu taşımada emeklilerin ödedikleri ücret ile Antalya Valiliği’ne bağlı evsizlerin barınağı olan ‘Bî Mekan’ konusunu yazacaktım ama yazının kendisi buna izin vermedi. Bu iki konuyu da hafta içi ele alırız.