Hasan Subaşı, sadece Antalya değil, temsil ettiği siyasal gelenek açısından ulusal düzeyde karşılığı olan bir merkez sağ siyasetçidir.
Zaman zaman sosyal medya hesabından yaptığı açıklamalar genel siyasette karşılık bulur ve gündeme gelir. En son, Mansur Yavaş’ın üçlü masaya getirdiği ‘centilmenlik anlaşması’ ile gündemde yer almıştı.
PKK’nın tasfiye bildirisini yayınlamasının ardından başlayan tartışmalara, Hasan Subaşı da sosyal medya hesaplarından yaptığı bir paylaşımla katıldı.
Subaşı’nın paylaşımına geçmeden önce, biraz hafızamızı tazeleyelim.
Hasan Subaşı İyi Parti Antalya 27. Dönem Milletvekiliydi. Kürt siyaseti ile iktidar henüz böyle balayı havasında değildi. O dönem Kürt siyasetinin temsilcisi durumundaki HDP ile bir şekilde yan yana gelenler hemen kriminalize ediliyordu. Hatta bir ara CHP için, CHPKK ifadesi kullanılır olmuştu. İyi Parti de bu koşullarda, temsil ettiği siyasetin doğası gereği PKK’ya mesafeli duran bir çizgideydi.
İşte İyi Parti Milletvekili Hasan Subaşı, bu ortamda çıktı ve “HDP seçmenin oyları ile gelmiş meşru bir partidir” çıkışını yaptı. O gün çok ses getiren bir açıklamaydı bu. Bu konunun detaylarını, Hasan Subaşı’nın yeni çıkan ve anılarını derlediği ‘Dar Alanda Siyaset’ kitabında bulabilirsiniz.
İçinde bulunduğu siyasal yapıya rağmen o gün bu çıkışı yapan Hasan Subaşı’nın, bugün de PKK’nın tasfiye bildirisine karşı cümleleri doğal olarak önem kazanıyor.
Önce Hasan Subaşı ne demiş, ona bakalım.
Hasan Subaşı’nın, ‘Bırak Görelim’ başlığı ile kaleme aldığı açıklama biraz uzun ama dikkatle okunması gerekiyor.
Öncelikle Subaşı, sürecin ana kaynağı olarak Suriye ve buradaki gelişmeleri görüyor. Suriye’deki kazanımları korumak adına böyle bir hamlenin açığa çıktığını ifade ediyor. Bu bölüm aslında, Hasan Subaşı’nın stratejik olarak dikkat çektiği bir nokta olarak öne çıkıyor ve bildirinin uluslararası boyutuna dikkat çekiyor. Zaten açıklamasının sonrasında da bu bölümü açıyor.
Dikkat çektiği bir diğer önemli nokta, Devlet Bahçeli ile güvenlik bürokrasisi arasındaki ilişki. Subaşı’na göre, bu ilişki sayesinde Devlet Bahçeli TBMM’deki çıkışını yaptı ve ön aldı. Hasan Subaşı’nın yaklaşımı, Devlet Bahçeli’nin bir devlet projesi içerisinde açıklama yapmasından ziyade, Bahçeli’nin bu hamle ile ön aldığı düşüncesini gündeme getiriyor.
Son olarak Subaşı, Lozan ve 1924 Anayasası tartışmalarına giriyor ve özetle diyor ki; “Lozan hükmünü icra ediyor ve yok sayılamaz.” Diğer yandan, bu iki başlık ile Kürtlerin azınlık değil, ‘asli unsur’ olarak kabul edildiğini öne çıkarıyor.
Aşağıya ilgilisi için Hasan Subaşının açıklamasının tamamını koyuyorum. Bence siz de dikkatle okuyun.
Benden farklı düşünebilirsiniz ya da benim fark edemediğim noktaları yakalamayabilirsiniz.
“Bırak, görelim!
“Terör örgütü, "silah bırakıyorum kendimi feshediyorum" diyorsa neden silah bırakıyorsun demek yerine "iyi olur, bırak görelim" demek doğru olandır.
“Nereden çıktı bu iş?” diye kuşku duyanımız çok olacaktır. Bunu da doğal karşılamak gerekir. İşin aslı ne olabilir?
Bana göre başat faktör, Suriye'deki gelişmelerdir!
Kürtler, beklenti ve hayallerinin üzerinde bir bölgeyi kontrol altında tutmuşlardır. Petrol, su ve verimli tarım topraklarına sahip bir alandır. ABD, İsrail ile bazı Avrupa ülkelerinin Kürtlerin bu yerleşimine destek verdiği gizli değildir. Sorun olabilecek çatışmayı göze alacak tek güç Türkiye’dir.
Sınırlarımız içinde terör yaratan örgüt ise son yıllarda taban ve taraftar bulmakta zorlanmaya başlamıştır!..
Tahmin ediyorum Öcalan Suriye’deki Kürt bölgesini korumak, kendisine ve örgütüne birtakım yararlar sağlamak adına ilk adımı atmak istemiştir. Tabi arkada destek olan teşvik eden devletlerin olması da muhtemeldir.
Bu adım atılırken en önemli rolü oynayacak siyasi aktörün ise Sayın Bahçeli'nin olduğu çok açıktır. Çünkü karşı çıkması da destek olması da çok etkili olacaktır. Bahçeli'ye yakın olduğu bilinen güvenlik bürokrasisi aracılığıyla muhtemelen Öcalan'ın atmak istediği adım duyuruldu ve ardından mecliste beklenmeyen şok edici konuşmasını yaptı.
Sayın Erdoğan bir süre atılan adımın siyasi riskine karşı temkinli davrandı. Kürtlerin coşkulu tutum ve beklentileri nedeniyle yeni anayasa konusunda destek alabileceğini düşündü. Barış sağlamış olmanın siyasi yararını da hesap ederek konuyu daha ciddi ele almaya başladı.
Sayın Özgür Özel'in yapıcı ve yol gösterici söylemlerinin de süreçte etkili olacağı kuşkusuzdur.
Örgütün kongrede, Lozan ve 1924 Anayasası eleştirisi kırılganlık yaratmıştır. Sıcak gündemi oluşturmuştur. Lozan gerçekten devletin tapusu 1924 Anayasası da cumhuriyetin kurucu Anayasasıdır. Kürtlerin zaman içinde ne Lozan’a ne de Anayasaya karşı çıkan duruşları olacağını sanmıyorum. Kaldı ki hükmünü icra etmekte olan bu sahih belgeleri hiçbir güç yok sayamaz.
Ancak eleştiri nedeni, bana göre iki hususu içermektedir. Birincisi 1923 tarihli Lozan anlaşmasına göre, azınlık sayılan gayrimüslimlerin, dilini kullanmak, eğitim ve okullaşma imkanları ve mülkiyet dahil hakları güvence altına alınmışken, Kürtler ise azınlık sayılmadığı, "asli unsur" olarak kabul gördüğü nedeniyle azınlıkların sahip oldukları haklardan mahrumdular.
1924 anayasasında ise tüm vatandaşların "Türk" olduğu hükme bağlandı. Bu hususlar ulus devlet inşası sürecinin tedbirleriydi! Sonuç olarak eleştiri nedeni, "Madem ki bu ülkede azınlık değil asli unsur sayılıyoruz o halde kimliğimizi ve dilimizi yok saymayın" olabilir...
Önümüzdeki gelişmelerde halkın projeye destek vermesi sürecin iyi yönetilmesi, samimi ve şeffaf bir şekilde sürdürülmesine bağlı olacaktır. Her şeye rağmen partilerin diline, “sorunlarımız hukuk devleti, adalet ve demokrasi ile çözülür” ifadesinin giderek yerleşmesi bile yararlı olacaktır.”