İktidarların bir alışkanlıkları vardır, muhalefette ne söylemiş olursa olsunlar, kendileri iktidara geldi mi her önemli konuyu partiler üstü ya da milli mesele haline getirmeye çalışırlar. Böylece siyasi eleştirileri bertaraf edecek, kendilerinin hataları görülmeyecek, bu “milli” duruşla birleşmiş olunacaktır. Böylece statükoya zarar gelmeden yola devam edilebilir.
Bu mesele bir dış politika sorunu olabilir. Suriye’ye yapılan askeri harekatların hepsinde aynı argümanlar kullanılmış, olayı bir savaş pozisyonuna sokup (ama savaş demenin de yasak olduğu) gelen her türlü eleştiriler engellenmeye çalışılmıştır. Eleştiri yapan bu durumda “haindir”. Bunu Sadece Suriye operasyonları sırasında değil, en son ne amaçla gönderildiğini anlayamadığımız Libya’ya asker gönderme kararında da gördük.
Elazığ’da meydana gelen depremden sonra da iktidar aynı güzergahtan gitti. Deprem için toplanan vergilerin nereye harcandığının sorgulanması yasak, depremde çöken, en çok yıkıma uğrayan binaların neden kamu binası olduğunun merak edilmesi yasak… Cumhurbaşkanı en son gelen eleştirilere “Depremi engelleyecek halimiz yok” diye cevap verdi. Daha önce Soma faciası sırasında da aynı söylem yürürlüğe girmişti. Öngörülemez kaza, Takdiri İlahi, mukadderat, fıtrat…
Ancak, devletin görevi, fay hatları üzerinin imara açılmasını engellemek, jeolojik olarak müsait olmayan zeminlere yapı izni vermemek ve yapıların mühendislik hesap ve uygulamasını denetlemektir. Maden ocaklarının usulüne göre işletilmesi ve denetlenmesi de devletin yükümlülüğüdür. Bu görevleri gereği gibi yerine getirmiyorsanız eleştirilirsiniz, hatta meydana gelen sonuçlardan sorumlusunuz demektir.
Yine dış politikada bir ülkeye asker yolluyorsanız, bunun ulusal ve uluslararası çok geçerli nedenleri olması gerekir. Bir ülke topraklarına asker yollayıp, gelen eleştirileri “bu milli mesele, eleştiren haindir” demek, çokseslilikten, ifade özgürlüğünden, demokrasiden ve en önemlisi siyasetten hiç nasiplenmemiş olduğunuzu gösterir. Çünkü bu eleştiriler siyasetin, toplumsal düzenin bir parçasıdır.
Sadece bu konularda değil, sosyal, ekonomik, toplumsal her olay siyasidir. Siyaset, bu alanları öyle ya da böyle belirleme gücüne, en azından etkileme gücüne sahiptir. Fırından aldığınız ekmeğin fiyatı Hükümetin tarım ve sosyal politikaları ile belirlenir. Ama neo-liberal dünyada siyasetle ilgilenmek kötü bir şeymiş gibi piyasaya sunulmuş, insanların siyasete ilgisi azaltılmış, olaylar arasındaki nedensellik bağını görmesi engellenmiştir.
Benim neslimin neredeyse hepsi devlet okullarında okudu. İlkokulda paralı kolej arasanız, bir kaç büyükşehirdeki birkaç okul hariç bulamazdınız. Keza, paralı lisede istisna idi. Devlet okullarının eğitim kalitesi eleştirilse de bugünkünden çok çok daha iyi olduğu açıktı. Bugün, orta-orta üst sınıfların çocuklarını mecburen paralı okullara göndermesi de bir devlet politikası ürünüdür. (Antalya Muratpaşa ilçesinde bulunan 230 civarındaki okulun üçte birinden çoğu özel okuldur.) Aradaki bu bağı görüp bunun üzerine konuşmak politikadır siyasettir.
Türkiye’de 1980’ler ve 90’larda halkın siyasetle bağı koparılmaya çalışıldı ve bu kısmen başarıldı. Bunun yerine halkın, tarikat ve cemaatlere gitmesinin önü açıldı. Bugün bir şeyh, depremi o bölgeden uzaklaştırdığını söylüyor ve buna inanan müritleri oluyor ise, toplumun çok ciddi sorunları var demektir.
Sorunlarımızın kaynağının çözümü halkın etkili yöntemlerle siyasi mekanizmalara daha fazla katılması, daha fazla siyasettir. Çünkü meseleler partiler üstü değil, yönetenle yönetilenler arasında, ezenle ezilen arasında, muktedirle öteki arasında bir mücadeledir.