Kaktüs, metaforik olarak hep iğneleme, hiciv içerikli olarak algılanır. Ki, bu algılama da çoğunlukla doğrudur. Ama bir metaforik tarafı daha vardır ‘kaktüs’ sözcüğünün.
O da, zor koşullarda, susuz ortamlarda, kızgın güneşte, kuru çölde, kısacası yaşamın en zor en umutsuz olduğu yerlerde var olabilme, hayatta kalabilme hatta büyüyebilme becerisidir.
İşte Zeki Abi’nin ‘Kaktüs’ü bu ikinci metaforu daha çok hak ediyor. Zeki Abi’nin gerek sözlü gerek yazılı dili de elbette kaktüs metaforuna bir göndermedir ama onun kadar, hatta ondan daha çok zor zamanlarda ayakta kalma becerisini anlatır. Kolay değildir çölün ortasında sıcağa, güneşe, rüzgâra, kavrukluğa göğüs germek.
Diğer yandan, ister kovboy filmlerindeki ürkütücü gövdesi ve kolları ile uzayan, isterse de üzerinde top top küçücük çiçeklerin açtığı yumru şeklinde olsun, her durumda serttir. Bu sertlik, zorunluluktur. Doğanın karşısına çıkardığı tehditlere karşı koyma, cevap verme şeklidir. Başka türlü, içinde bulunduğu koşullarda varlığını sürdüremez. Zeki Abi de bu nedenle kaktüs gibi serttir. Dili serttir, bakışı serttir, sesi serttir. Başka türlü var olamazdı çünkü.
Bu nedenle gazetesinin adının ‘kaktüs’ olması sadece metaforik bir tercih değil, içinde bulunduğu koşullara karşı bir konumlanmadır.
Böyle konumlandığı için de ‘Zeki Özer’ olarak kalabilmiştir.
Bu Zeki Abi’nin Zeki Özer, yani gazeteci tarafı.
Gelelim ‘Özer’siz, yani insan olan Zeki Abi’ye.
Yaşam biçimi ve insan ilişkileri olarak, katıksız bir devrimci olan Zeki Abimiz vardır. ‘Devrimci’ derken aklınıza sadece sosyalist bir eylem insanı gelmesin. Yaşama karşı duruştur devrimcilik.
Devrimci yaşamın ilk koşulu sadeliktir. Sadedir Zeki Abi.
Bir diğer koşul, dayanışmadır. Nice genç gazetecinin elinden tutmuş, o ellerinden tutmasa kayıp gidecek nice genç gazeteciyi mesleklerinde var etmiştir.
Bilinçle beslenen sarsılmaz inanç, olmazsa olmazıdır devrimcinin. Zeki Abi’nin de bu ülkeye, bu ülkenin insanına sarsılmaz bir inancı vardır.
Gözünü açtığı Sivas toprağının bütün bileşenleri vardır Zeki Abi’de. O kadar ki, aksanı bile Sivaslıdır. Bu kadar Sivaslı olup da, Antalya’ya bu kadar düşkün olmak için insanın Zeki Özer olması gerekir. Onun geçtiği yollardan, onun verdiği mücadelelerden geçmiş olmak. Başka türlü Zeki Özer olunamaz zaten.
Yunus Emre’nin dediği;
“Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin”
Uymaz Zeki Abi’ye. O gümbür gümbür gelir, gümbür gümbür gider.
Ol sebepten Zeki Abi’ye yakışan, Gidişinin acısını isyana dönüştürerek;
“Dostun gül cemali cennettir bana,
Ne çare ayrılık zamanı geldi.
İstemem ayrılmak senden sultanım,
Ne çare ayrılık zamanı geldi”
Demektir.
O da zaten öyle dedi!